Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz

radyomuz acılmıstır... herkesi bekleriz
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Aşkla Seks - Sexo Con Amor / +18 TrAltyazılı
Sevgili Anne Icon_minitimePerş. Tem. 30, 2009 5:49 am tarafından ixir

» KiM MEZARDA BiR GÜN GECiRMEK iSTER..?
Sevgili Anne Icon_minitimePerş. Tem. 09, 2009 12:47 am tarafından Admin

» Salavat Rekoruna varmısınız ... hadın bakalım...
Sevgili Anne Icon_minitimeÇarş. Tem. 08, 2009 6:19 pm tarafından Gülündikeni

» KUTSAL EMANETLER
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:50 am tarafından Admin

» Busra Manastırında
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Çobanlık Günleri
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Dede Ölüm Döşeğinde
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:45 am tarafından Admin

» Sevgili Anne
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

» Dünya Nurla Doldu
Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Forum
Ortaklar
bedava forum
Istatistikler
Toplam 17 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: forestgump03

Kullanıcılarımız toplam 470 mesaj attılar bunda 259 konu
Kimler hatta?
Toplam 2 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 2 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 25 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 12:11 pm tarihinde online oldu.
Mayıs 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
TakvimTakvim
Anahtar-kelime
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
En iyi yollayıcılar
Admin (291)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
larme (98)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
yosun (32)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
cesetci (22)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
Gülündikeni (15)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
forestgump03 (6)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
usta (2)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
SweTurk (2)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
everem (1)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
ixir (1)
Sevgili Anne Vote_lcapSevgili Anne Voting_barSevgili Anne Vote_rcap 
Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın
LÜTFEN OKUYUNUZ....!!!!
Sevgili Anne Icon_minitimeÇarş. Haz. 24, 2009 7:06 am tarafından Admin
Forum ortamında veya özel mesajlarınızda genel ahlak kurallarına aykırı, kişileri/kurumları küçük düşürücü, hakaret niteliğinde sözler kullanamazsınız.

Başlıklarınızda açıklayıcı olmalısınız. Hiçbir açıklayıcılığı olmayan "yardım edin", "lütfen dikkat", "acil" ve benzeri başlıklar kullanmamalısınız.
Mesajınızın …

[ Okuma komple ]
Yorum: 1

 

 Sevgili Anne

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Sevgili Anne Empty
MesajKonu: Sevgili Anne   Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am

Sevgili Anne

Halime sözünde durdu.Her sene Amine’yi ve küçük yetimini görmeye geldi.Gelirken bazen Şeyma’yı veya Abdullah’ı da getiriyordu. Mekke’de birkaç gün kalıyor, özlem gideriyor sonra gidiyordu.
Muhammed’in Mekke günleri Beni Sa’d yurdundaki gibi sakin ve mutlu geçiyordu. Genç Amine’nin, yaşlı dedenin,amcaların ve halaların tavırlarıyla,sözleriyle oluşturdukları bir sevgi ve şefkat çemberi içinde yaşıyordu.Küçük yetim adeta el üstünde tutuluyordu.Babasının yokluğu ona hissettirmemeye çalışılıyordu.Yine de küçük yetimin kalbinde babasızlığın yol açtığı bir sızı vardı.Kim babanın yerini tutabilir ki?Hele bu baba Abdullah gibi birisi olursa…
Küçük yavrunun gönlünde her zaman baba özlemi canlıydı.Sık sık babasıyla ilgili sorular soruyordu annesine.Babası nasıl bir insandı? Nereye gitmişti? Neden ölmüştü? Bir daha onu göremeyecek miydi?
Bu tür sorular zavallı Amine‘nin kederini daha da attırtıyordu.Böyle durumlarda biricik teselli kaynağını,yavrusunu sımsıkı kucaklıyor, gözlerinden yağmur gibi yaşlar boşaltıyordu.
Abdullah’ın özlemiyle, Abdullah’ın aşkıyla kavruluyordu Amine. Abdullah’sız bir hayat ona ağır gelmeye başlamıştı artık. Son zamanlarda düşlerini hayallerini hep Abdullah süslüyordu.
Küçük Muhammet altı yaşına basınca Amine sevgili kocasının yesrip’teki mezarını ziyaret etmeye karar verdi.Oğlunu babasıyla tanıştırmak istiyordu. Kendisi bu amaçla iki üç defa Yesrip’e gitmişti.Ama ilk defa oğlunu götürecekti.Aslında kendisinin de Abdullah’ın mezarını çok göresi gelmişti.Orayı hatırlamadığı orayı düşünmediği gün mü vardı ki.
Amine Yesrip’e gitme konusundaki arzusunu gündeme getirince Abdulmuttalip’in gözleri buğulandı.
¬¬-Sevgili kızım!dedi.Senin arzuların benim için emirdir.bugünlerde Şam kervanının yola çıkacağını duydum.İçinde yakın dostlarımız akrabalarımız var.Sizi onlara emanet edeceğim.Güvenlik içinde Yesrip’e varmanıza yardımcı olurlar.
Yolculuk günü gelince Abdulmuttalib iki deve hazırladı.Yol boyunca kullanılacak yiyecek ve içecekleri develere yükletti. Develerden birine Amine,öbürüne de küçük Muhammed’le siyahi dadısı Ümmü Eymen bindi.
Abdulmuttalip ve oğulları garip yolcuları Mekke’nin dışına kadar uğurladılar. Hepsinin de gözleri yaşlı,içleri hüzün doluydu. Hele Abdulmuttalip,Mekke’nin yüce,cömert,saygıdeğer reisi…Kar gibi beyaz,uzun sakallarının ıslanmasına aldırmadan,başını eymiş ağlıyordu.Abdullah’ına,sevgili gelini Amine’nin kimsesizliğine ağlıyordu.
Tatlı,durgun,sakin bir ses onu dalgınlığından uyandırdı.
-Babacığım!
Başını kaldırıp baktı.Abdullah’tan sonra en çok sevdiği oğlu,Abdullah’la aynı anneden olan Ebu Talip’ti seslenen.Ebu Talip otuz beş,kırk yaşlarında gösteriyordu.Kır sakalı kısa kesilmişti.Saçları yeşil sarığının altından omuzlarına dökülmüştü.Uzun,etine dolgun vücudunu kırmızı bir entariyle örtmüştü.Entarinin üstünde bol,kısa kollu,etekleri dizlerinin altına kadar sarkan bir cübbe vardı.Cübbesinin altında beline bağladığı kurşuni renk ridası görünüyordu.Yuvarlak yüzlü,koyu kahve rengi tenliydi.Tavırlarında,sakin çehresinde,yumuşak bakışlarında bilgelik,olgunluk, kadirşinaslık okunuyordu.Babasının genç bir kopyası gibiydi.Babası Abdulmuttalib, kardeşi Abdullah gibi oda hanifti.Tek Allah’a,tevhide inanıyor,putlara asla tapmıyordu.
Ebu Talib aynı tatlılıkla:
-Babacığım!diye sözlerini tekrarladı.Dönmemiz lazım.Kervan bizim için yavaş yürüyor.Biz dönelimde gidecekleri menzile çabuk varabilsinler.
Abdulmuttalib koyu bir sisin içinde kaybolmuş gibi şaşkın şaşkın etrafına bakındı.Boğuldu gözlerini ovuşturdu.Endişeli bakışları gelinini aradı.sanki onu bir daha göremeyeceği içine doğmuş gibi derin bir teessürle:
-Kızım!dedi.oğluma benden selam götür.Benim yerime onun mezar taşını öp,toprağını sula,yavrumu gölgeleyen çiçekleri,bitkileri okşa;onun kokusunu benim yerime sinene çel!
Amine konuşamadı.Çünkü başına örttüğü yeşil abanın altında sarsıla sarsıla ağlıyordu.
Abdulmuttalib, Amine’nin bindiği devenin dizginini tuttu. Deveyi kendine doğru çekti. Daha sakin bir sesle konuştu.
-Çabuk dön kızım!Gözlerim yollarda kalmasın! Torunumu sağ salim bana geri getir. Kayınlarıma selam söyle. Allah seninle olsun sevgili kızım!
Amine, onu güneşten koruyan, kalın cuhadan yapılma,dört köşe hevdüşün içinden uzanıp kayınpederinin beyaz harmanisini avuçladı. Harmaniyi kol hizasından öperek:
-Elveda sevgili babacığım! Dedi. Bizi dualarından eksik etme!
-Çabuk dönün yavrum!
-Tekrar kavuşacağımız günü özlemle bekleyeceğim!
Abdulmuttalib küçük Muhammed’le dadısının bindikleri deveye yöneldi. Sevgili torunun yüzünü elleri arasına aldı.Yüzünü,saçlarını doyasıya öptü.Sonra Ümmü Eymen’e bakışlarını çevirerek:
-Onları bana geri getireceksin değil mi?diye sordu.
Siyahi cariye inciyi andıran dişlerini göstererek gülümsedi.
-Hiç merak etmeyin efendim!Bana güvenin!
-Sana güveniyorum Ümmü Eymen.sende benim kızım sayılırsın.
Ümmü Eymen az sonra içine dalacakları kum tepeciklerine hüzünce baktı.
-Güveninizi boşa çıkarmayacağım efendim,diye mırıldandı.
Abdulmuttalib kervanla yolculuk yapan dostlarına sıkı tembihlerde bulunduktan sonra oğullarıyla geri döndü.Şam kervanı yolculuğunu hızlandırdı.Önlerinde zor,tehlikeli,haftalarca sürecek bir yolculuk vardı.
Kervan gündüzleri kavurucu çölü,çıplak tepeleri,kum bayırlarını,dar vadileri kuru dere yataklarını bin bir zorlukla geçiyor;geceleri ise mola veriyordu.Bazen şiddetli rüzgarların etkisiyle kum fırtınalarına yakalanınca gündüzleri de durmak zorunda kalıyorlardı.Mola verdikleri yerler genellikle kuyu başları veya sulak,küçük hayalar oluyordu.Bu tür yerlerde her zaman yaşayan insanlar bulunurdu.Sulak vahalarda,kuyu başlarında bazen de taş ve çamurdan yapılma evleriyle irili ufaklı köyler,yerleşim birimleri kurulu olurdu.
Kervan bu tür yerlere uğradıkça binek hayvanlarını suluyor,yem alıyor, tulumlarını suyla dolduruyor,az bir para karşılığında yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılıyordu.Yol boyunca ve konaklama yerlerinde kervan etrafında kuş uçurulmuyordu. Daima silahlı adamlar atların üstünde nöbet tutuyorlardı.Kervanda Şam’a götürülüp satılacak ticaret malları vardı.Çölde yaşayan bedevi kabileler ise haydutlukta,gelip geçen ticaret kervanlarına saldırmakta meşhurlardı.
Günlerce süren yolculuğun sonunda nihayet yeşil,bol ağaçlı,etrafı bağlar, bahçelerle çevrili bir vadide kurulmuş olan vesrib şehrinin hurmalıklarına ulaştılar. Amine’nin küçük kafilesi orda kervandan ayrıldı. Kervan Yesrip’te birkaç gün mola verdikten sonra Şam’a doğru yoluna devam edecekti.
Amine ve beraberindekiler Beni Adiy bin Neccar köşküne yöneldiler. Yesrip şehri geniş bir alana yayılmış,sağlam yapılı,korunaklı,köşk tipi yapılara sahip bir yerdi. Dış düşmanlardan korunmak için şehrin etrafı duvarları suları andıran binalarla çevrilmişti. Bu duvarlar birbirleriyle kenetlenmiş,düşmana geçit vermez hale gelmişti. Kentin yüksek tepelerinden birinin üstünde kurulu Beni Neccar köşkü böyle bir yapıydı.
Köşk irili ufaklı yapılardan oluşan, geniş ağılları, ambarları olan, etrafı mazgallı surlarla çevrili bir kale yavrusuydu adeta. Avlusu çok genişti. Hurma ağaçları, süs bitkileri, kavaklar yemiş ağaçları avluyu bir bahçeye dönüştürmüştü. Ağzı örme taşlarla kaplı derin bir kuyu köşk sakinlerinin su ihtiyacını karşılıyordu.
Amine’nin sevgili kocası Abdullah’ın dayıları yaşıyorlardı bu görkemli köşkte. Beni Adiy bin Neccar’ın çocuklarıydılar. Onlara kısaca Neccar oğulları deniliyordu.
Abdullah, Şam dönüşü bu köşkte, dayılarının yanında hastalanmış ve ölünce bu köşkün avlusuna gömülmüştü.
Abdullah’ın mezarı köşkün hemen girişinde, kuzeye bakan duvarın dibinde bulunuyordu. Basit bir mezardı. Başucundaki dikili taş hafifçe yana kaymıştı. Mezarın üstünü örten kırmızı toprak serindi.Kalın gövdeli,asırlık hurma ağacı gür yapraklarıyla Abdullah’a gölge yapıyor,güneş ışınlarının onun toprağını rahatsız etmesine izin vermiyordu.Gölgenin,yağmurun ve belki de köşk sakinlerinin de yardımıyla mezarın üstünde bitkiler yeşermiş,güzel görünüşlü çiçekler boy vermişti.
Ama her şeye rağmen mezarın hazin,içe dokunan, etrafına yalnızlık,özlem, hüzün yayan bir havası vardı.Bu garip yolcunun öyküsünü bilip de onun mezarını gören bir kişinin duygulanmaması,üzülmemesi,acıyla içini çekmemesi mümkün değildi.
Beni Neccar köşkünün demir pençelerle sağlamlaştırmış kalın tahtadan büyük kapısı gıcırtılarla açılıp Amine ve beraberindekiler içeri girince onları köleler karşıladı.Amine deveden indi.Ümmü Eymen de inip küçük yavruyu kucaklayınca siyahi köleler devenin yularından tutup götürdüler.Amine yolculuktan kaynaklanan aşırı yorgunluğuna,vücudun halsizliğine aldırmadan hemen sevgili Abdullah’ın mezarına yöneldi.Daha mezarı görmeden yüzü allak bullak olmuş,boğazı kurumuş,heyecandan gözleri büyümüştü.Öyle bir cezbeye,öyle bir coşkuya kapılmıştı ki,sanki Abdullah’ın garip mezarıyla değil de kendisiyle karşılaşacak,onu görecekti.
Amine mezarın kenarında yıkılırcasına çöktü.Kırmızı,serin toprağı avuçlayıp öptü.Titrek parmaklarıyla mezarın üzerinde yeşeren çiçekleri okşadı,kokularını içine çekti.Sonra yüzünü soğuk mezar taşına dayadı.Yanaklarından sessizce gözyaşları dökülürken fısıltıyla konuştu:
-Abdimenaf kabilesinin,Beni Haşim oğullarının soylu,yakışıklı,güzel yüzlü, yüce ruhlu genci!sevgili Abdullah!toprağını öptüğüm,senin sevginle yeşeren çiçekleri kokladığım,senden bir parça olan bu eğri mezar taşına yüzümü dayadığım;seni,senin varlığını içimde tüm canlılığıyla hissettiğim için çok mutluyum!çok…çok mutluyum!
Amine derin bir ah çekti.Ağlamaklı bir ton alan fısıltısıyla:
-Sevgiyle Abdullah!diye sözlerini sürdürdü.Seni çok özledim!ayrılığına dayanacak takatim kalmadı.Yoruldum!dünya hayatı bana anlamlı gelmiyor.Dünya, insanlar,insanların günü birlik,basit yaşantıları sıkıyor beni.Sana kavuşacağım anın umuduyla yaşıyorum ben.Babamız İbrahim’in müjdesini verdiği alemde,Cennette birleşeceğimiz ümidi teselli veriyor bana.
Amine başını kaldırdı.mezarın bir ucuna hafifçe ilişip oturmuş,yüzünü kolları arasına gömüp sarsıla sarsıla ağlayan dostuna,çilekeş yol arkadaşına,yani Ümmü Eymen’e buruk bakışlarını dikti.Sonra gözleri küçük yovrusunu aradı.
Muhammed ayakta dikilmiş,annesine ve babasının mezarına derin bir teessürle bakıyordu.Nur yüzlü,kalbi acıma ve sevgiyle dolu,ince ruhlu,hassas bir yüreğe sahip bu mukaddes varlık ilk defa babasının yokluğunu bu kadar derinden hissediyordu.
Amine sevgi çağlayanı andıran bir sesle:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Sevgili Anne Empty
MesajKonu: Geri: Sevgili Anne   Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am

Gel buraya yavrum! diye Muhammed’i yanına çağırdı.
Muhammed annesine yaklaştı. Amine onu dizleri üstüne oturttu. Sonra mezar taşını okşayarak:
-Abdullah’ım! dedi.Sana oğlunu getirdim.Dünya tatlısı yavrumuzu getirdim. Herkes onu övüyor, şanı yüce bir Allah adamı olacağını söylüyor. Onun sıra dışılığına ben de şahidim. Ah! Keşke onu görseydin, tanısaydın. Baba oğul ne erdemli ne güzel bir ikili oluştururdunuz! Ama onu göremeden, saçlarını okşayamadan, ona baba şefkatini tattırmadan gittin.
Onları rahat bıraksalardı kahramanlarımız daha saatlerce mezarın başında oturup ağlayacaklardı. Abdullah’ın dayılarından, köşkün reisi sayılan Nâbiga onların geldiğini duyunca hemen beraberindeki köşkün kadınlarıyla Amine ‘yi karşılamaya çıkmıştı. Orta boylu,tıknaz, başının ön tarafı kel,kemerli bir burnu ve kırmızı dudakları bulunan Nâbiga büyük bir hürmet ve iltifatla misafirlerini selamladı. Onları içeri buyur etti.
Amine Beni Neccar köşkünde, Nabiga’nın evinde birkaç hafta kaldı .Nabiga’nın cömertliği, misafirperverliği, nezaket ve anlayışı doğrusu taktire şayandı. Bu soylu adam misafirlerin yabancılık çekmemeleri için elinden geleni yapıyordu.
Amine gününün büyük kısmını Abdullah’ın mezarı başında geçiriyordu. Sabah erkenden gidiyor ,Öğlene kadar mezarın başında oturuyor, derin hülyalara dalıyordu. Bakışları hep ufka dikili bir şeyler düşünüyordu. Ümmü Eymen sevgili hanımını hiç yalnız bırakmıyor, onu bir gölge gibi takip ediyordu. O hanımından iyilikten, sevecenlikten, güzellikten başka bir şey görmemişti. Amine öyle yüce ruhlu bir kadındı ki en hüzünlü, en acılı zamanlarında bile yüzünden tebessümü eksik etmiyordu. Gözleri Abdullah’ın mezarından başka bir yeri görmediği şu kederli anında yüzünde yine de buruk bir tebessüm vardı.
Acısını, hüznünü içine gömen,yüreği kan ağladığı halde başkaların sevincini paylaşan bir hanımefendiydi Amine.O yüzden köşkte kaldığı beş altı hafta içinde ona ilgi göstermeyen,onun arkadaşlığını arzulamayan,onun sohbetlerini zevkle dinlemeyen bir tek kadın bile bulmak olanaksızdı.Kadınlar,çocuklar onun hüzünlü yüzünü hayranlıkla seyrediyorlardı.Onun kendilerinden daha üstün bir varlık olduğunu hissediyorlardı.
Köşk sakinleri Amine’ye gösterdikleri ilgi ve sevginin çok daha fazlasını Muhammed’e gösteriyorlardı. Küçük yetim köşk sakinlerinin sevgilisi olmuştu.
Küçük Muhammed çoğu sefer annesiyle beraber babasının mezarına gidiyor, sırtını kalın gövdeli hurma ağacına dayayıp annesini izliyordu. Amine,mezarı suluyor, fazla otları ayıklıyor,güzel kokulu çiçekler dikiyordu. Muhammed bazen çocuklarla birlikte surlara çıkıp oynuyor,geniş ağızlı kuyunun suyuna girip serinliyordu. Yüzmeyi de bu kuyunun sularında öğrendi.Hem hüzünlü hem de sevinçli anlar geçiriyordu Muhammed.Surlara çıkmak,oradan yeşillikler içinde kaybolmuş Yesrip evlerini seyretmek veya ufku kaplayan kızıllık içinde güneşin batışını izlemek hoşuna gidiyordu.Güneş batıp ortalığı alacakaranlık çekince serin,hoş bir meltem peyda oluyordu.Çölün sıcaklığı güneşle birlikte yok olup gidiyordu.
Günler çabuk geçti.Göz açıp kapayınca kadar dönüş günü gelip çattı.Amine bir rüya aleminde gibiydi.Zamanın su gibi akıp gittiğinin farkına bile varamamıştı. Bıraksalar,hiç sıkılmadan yıllarca Abdullah‘ın mezarı başında kalabilirdi.Ama Mekke’de onları hasretle,özlemle bekleyen yaşlı Abdulmuttalip vardı.Amine onu merakta bırakmak istemiyordu.Hem burda misafirdiler.Yuvalarına dönmeleri gerekiyordu.Gerçi Abdullah’ın dayıları,özellikle de Nabiga onların varlığından son derece hoşnuttular ve gideceklerini duyunca büyük üzüntü göstermişlerdi.Yine de Amine daha fazla kalmayı uygun germemişti.
Amine’nin Abdullah’tan ayrılması,onunla vedalaşması çok zor oldu.Mezarın başında donup kalmıştı adeta.Ayakları yere mıhlanmış gibi teprenemiyor, bacakları vücudunu taşıyamıyordu.Hüzün tüm bedenini kaplamıştı.Gözleri,yüzü hüzünle doluydu; dudakları hüzünle titriyordu.
Mezarın başında yalnızdı.Ümmü Eymen dışarıda,devenin üstünde onu bekliyordu.Küçük Muhammed Ümmü Eymen‘in kucağındaydı.Babasıyla vedalaştıktan sonra onu getirip Ümmü Eymen‘in önüne bindirmişlerdi.Amine’nin bindireceği devenin yuları kölelerden birinin elindeydi.Köşkün sakinleri dış kapının önünde,develeri,n yanında toplanmışlardı.Hiç biri Amine’nin yanına gitme cesaretini gösteremiyordu. Sonunda Nâbiga’nın işareti üzerine,onun orta yaşlı,esmer tenli,güleç yüzünde kahverengi lekeler bulunan hanımı Abdullah’ın mezarına yönelme cesareti gösterebildi.Nabiga’nın hanımı Amine’nin koluna girerek :
-Herkes seni bekliyor bahtsız kızım!diye ağlamaklı bir sesle fısıldadı.
Amine başını yorgunca kadının omzuna dayadı.Beyazlıkları kızarmış gözlerini yumarak mırıldandı.
-Biliyorum…Ama ayrılamıyorum ki!Ayalarım beni taşımıyor.
Kadın hıçkırıklarını tutamayarak Amine’nin beline sımsıkı sarıldı.
-Ha gayret kızım!Devenin yanına kadar sana yardımcı olurum.
Amine ıslak gözlerin,sessiz bakışların arasında devesine bindi.Deve öne doğru eğilerek ayağa kalktı.Eğri,uzun boğazını havaya kaldırdı.Bulanık,çapaklı,melül gözlerini kırpıştırıp sallana sallana yola koyuldu.Ümmü Eymen’le Muhammed’in bindikleri deve de onu takip etti.
Kahramanlarımız bu sefer herhangi bir kervana katılmamışlardı.Yalnız yolculuk yapıyorlar.Amine birkaç defa gelip gittiği yolu az çok tanıyordu.Ayrıca rastgeldikleri kervan,yolcu veya bedevilerden yönlerini,yollarını şaşırıp şaşırmadıklarını soruyorlardı.Yolları üstündeki kuyu,vaha,sulak araziler,yerleşim birimleri onlar için birer mola kaynağıydı.Böyle yerlerde dinleniyor,ihtiyaçlarını karşılıyor,sonra yollarına devam ediyorlardı.Mehtabın olduğu yıldızlı gecelerde de yolculuklarını sürdürüyor,yıldızlara bakarak yollarını buluyorlardı.
Amine yolculuğun başından beri derin bir sessizliğe bürünmüştü.Hiç konuşmuyordu.Tüm işleri Ümmü Eymen’e bırakmıştı.Ümmü Eymen’in sorularına çok kısa cevaplar veriyor,onun her davranışını sessizce onaylıyordu.İçindeki kederi,kalbini sıkıştıran acıyı bir türlü söküp atamıyordu.Küçük Muhammed’le göz göze geldiği anlarda mutlu oluyor,gönlü sevinçle,umutla doluyor,acılarını unutuyordu.Ama sonra yine acılarına gömülüyordu.
Amine yolcuğun üçüncü gününde birden hastalandı.Başı dönmeye,kucakları zonklamaya başladı.İştahı kesildi.Kötü bir halsizlik bütün bedenine yayıldı.
Mekke yolu üstündeki Ebva köyüne vardıklarında Amine’nin devenin üstünde oturacak hali kalmamıştı.Köyün karşısındaki ağaçlıklı bir alanda konakladılar.Ağaç korusunun içinde küçük,sulu bir kuyu vardı.Yüksek söğüt ağaçları kuyuyu gölgelemişti.Ümmü Eymen kuyunun yanı başında seyyar çadırı kurdu.Develerin yükünü indirip onları suladı.Küçük Muhammed’i yıkadı,gür saçlarını taradı.
Ümmü Eymen işini bitirince yanına birkaç dinar ve kırat (dinarın kuruşu) aldı.Şefkatli bakışlarını Amine’ye çevirerek:
- Köye,yiyecek almaya gideceğim sevgili hanım! Dedi. Özel bir isteğin var mı?
Amine bin bir zahmetle ve Ümmü Eymen’in yardımıyla yıkanıp temizlendikten sonra otların üstüne uzanmış, başını tavuk tüyleriyle dolu küçük, yuvarlak bir yastığı üzerine koymuştu. Ümmü Eymen onu çağırınca hafifçe doğruldu. Hastalığın etkisiyle sararmış dudaklarında ince, utangaç bir tebessüm belirdi.
- Çok iyisin sen Ümmü Eymen! Davranışlarınla beni mahcup ediyorsun.
Ümmü Eymen iki elini birden havaya kaldırarak coşkuyla bağırdı.
- Ben ne yaptım ki hanımım?
Amine tebessümünü sürdürerek :
- Fedakâr, iyi yürekli bir dostsun Ümmü Eymen! dedi. Bana ve yetim yavruma hizmet etmek için çırpınıyorsun. Ben senden razıyım! Sonsuz bir güvenle yavrumu sana teslim edebilirim. Gözüm arakada kalmayacağı için çok mutluyum:
Ümmü Eymen, fedakârlık abidesi siyahi cariye boğazına kadar gelen hıçkırıklarını bastırdı. Yapmacık bir şaşkınlıkla:
- Basit bir hastalığı amma da büyüttün hanımım! dedi.
Sonra kendini tutamayarak hanımının ellerine sarıldı. Göz yaşları içine onları öpücüklere boğdu.
- Lütfen böyle konuşmayın sevgili hanımım! diye ağladı. Sen olmazsan bu zavallı çocuk ne yapar? Ben ne yaparım? Bizim için yaşamanın ne anlamı kalır?
Amine yorgun ama şefkatli bir tavırla Ümmü Eymen’in yüzünü okşadı.
- Haydi git, bize yiyecek bir şeyler getir. Muhammed’im için de süt ve taze peynir al.
Sonra kuyuya çakıl taşları atıp yankılanan boğuk sese kulak kabartan Muhammed’i yanına çağırdı. Sonsuz bir aşkla ona sarıldı.
- Yavrum! diye fısıldadı. Çiğerparem benim! Abdullah’ımın biricik yadigarı!
Küçük Muhammed annesinin sevgisine aynı hararetle karşılık verdi. Sevimli, küçük, reyhan kokulu dudaklarıyla annesinin yüzüne, gözlerine, alnına sayısız buse kondurdu. İki sevgili, anne ve oğul, sevgiden eriyerek birbirlerine sarıldılar. Birbirlerinin kulağına tatlı sözler fısıldadılar. Amine, Ümmü Eymen gelinceye kadar yavrusunu kucağından bırakmadı. Onu öptü, kokladı, okşadı. Muhammed de annesinin yanından hiç ayrılmadı. Onun etrafında pervane gibi döndü, dolaştı. Annesinden uzaklaşmaya korkuyordu. Farklı, kederli bir his doğmuştu küçük yüreğine. Çok geçmeden annesinden ebediyyen ayrılacağını hissediyordu.
Akşam Amine’nin hastalığı ağırlaştı. Ateşi birden bire yükseldi. Vücudu ateşler içinde yanıyor, bir sıtma hastası gibi tir tir titriyordu. Bu esnada göz bebekleri büyümüş, yüzü sarardıkça sararmıştı.
Ümmü Eymen çılgınca sağa sola koşturuyor, Amine’nin vücuduna soğuk su döküyor, alnın üzerine ıslak bez indiriyor, ama ateşini ve vücudunun titreşmesini bir türlü gideremiyordu.
Ümmü Eymen işin ciddiyetini anlayınca paniğe kapıldı. Soğukkanlılığını yitirerek:
- Hemen köye gidip doktor çağırmalıyım! diye bağırdı.
Amine bir el hareketiyle onu durdurdu. Gülümseyerek:
- Faydasız artık Ümmü Eymen! diye konuştu. Sakin ol!
Ümmü Eymen yıkılırcasına diz çöktü. Kendi kendine konuşuyor gibi:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Sevgili Anne Empty
MesajKonu: Geri: Sevgili Anne   Sevgili Anne Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am

- Hekim çağırmalıyım! dedi.
- Hayır Ümmü Eymen, hayır canım! Sakin ol! Beni üzmek istemiyorsan sakin ol! Küçük yetiminin sana ihtiyacı olacak. Sen onu teselli edeceksin. Yalvarırım sabırlı ol!
- Ama sevgili hanımım …
Amine Ümmü Eymen’in elini tuttu. Hüzünlü, sakin bakışlarını onun yüzünde gezdirerek yavaşça konuştu.
- Ümmü Eymen, kardeşim! Benim acılarımı ve sevinçlerimi paylaşan aziz dost! Öleceğimi, ölüm anının gelip çattığını hissediyorum. Yavrumdan ayrılacağımdan ötürü üzüntülüyüm. Ama Abdullah’ıma kovuşacağım için de mutluyum. Yalnızlığım sona erecek artık! Yavrumu sana emanet ediyorum. Ona layık bir anne ol! Senden güçlü bir irade, Sebat ve sabır istiyorum!
Ümmü Eymen toparlandı. Acısını içine gömdü. Muhammed’i teselli edebilmek için güçlü görünmeliydi. Ağlamayı bıraktı. Zoraki gülümseyerek:
- Bana güvenebilirsin hanımım! dedi. Küçük Muhammed’e gerçek bir anne olacağım!
- Sana güveniyorum fedakâr dostum! Onu sağ salim dedesine, Mekke’ye götüreceğini de biliyorum …
- Bundan hiç kuşkun olmasın!
Amine sabaha kadar yavrusuyla kucak kucağa uzandı. Onu hiç yanından ayırmadı. Ümmü Eymen Amine’nin başını bazen dizinin üstüne koyuyor, dudaklarına koyun derisinden yapılma tulumla su damlatıyor, boğazını serin tutmaya çalışıyordu.
Üçü de sabaha kadar uyumadılar. Hayatlarının en hüzünlü gecesini uyanık geçirdiler. Şafak söküp de Ebva Köyünün horozları ötünce Amine biraz dalar gibi oldu. Güneşin ilk ışıkları yüzüne vurunca da gözlerini açtı. Muhammed’in başını göğsüne indirdi. Titrek parmaklarıyla saçlarını okşadı ve uzandığı yerden sakin, yavaş, hüzün yüklü bir sesle oğluna son sözlerini söyledi:
- Sana hamileyken, sen doğarken duyup gördüklerim, uyanıkken ve uykudayken şahit olduğum olağanüstüler … bütün bunlar bende şu kanaati oluşturdu sevgili yavrum! Hayır, hayır kanaat değil, gerçek bir inanç … Sen insanlığa gönderilen, onlara doğru yolu gösteren büyük insanlardan, kurtarıcılardan biri olacaksın! Senin Şanın ve Şerefin çok büyük olacak! Sen …Sen Allah’ın seçilmiş kullarından birisin! Yavrum! Sevgili Muhammed’im! Senin varlığın benim için bir övünç kaynağıdır! Yaşın küçük. Belki bu sözlerimi kavramakta zorluk çekiyorsun. Ama senin ne kadar zeki, kavrayışlı olduğunu biliyorum.
Yüzünün rengi giderek daha çok sararan, gözlerinin feri sönükleşen geç kadın, acıklı bir iniltiyle ağlayan garip yavrunun başını göğsüne daha sıkı bastırarak sözlerini sürdürdü:
- Benim için üzülme yavrucuğum! Üzülme benim için! Her fani gibi ben de öleceğim. Her canlı, her diri varlık ölür. Her yeni eskimeye, her genç yaşlanıp ölmeye mahkumdur. Lakin adımın diri kalacağına, ölümsüzler arasına katılıp her zaman anılacağıma eminim! Çünkü insanlığa Yüce bir oğul bırakıyorum! O oğlun annesi olarak insanlar hep beni anacak!
Amine sustu. Beni Haşim Kabilesinin reyhanı, Abdulmuttalib’in Yüce ruhlu gelini konuşamıyordu artık. Dili ağırlaşmış, bakışları durgun bir deniz gibi donuklaşmıştı. Sadece bakıyordu. Istırapla bakıyordu. Sonra dalgın, durgun, acı dolu bakışları yavaş yavaş yumuşadı. Dudaklarına hüzünlü bir gülümseme yayıldı. Yüzü aydınlandı. Oğlunun elini sıkıca tuttu. Zor duyulan bir sesle :
- Allah seni yalnız bırakmayacak yavrum! Üzülme … korkma … Ve … Ve beni … hiç … hiç unutma! Yavrum …
Muhammed’in küçük elini tutan avuçları gevşedi Amine’nin. Parmakları gevşekçe açıldı. Üzüntüden dizlerinin dermanı kesilmişti. Hem annesiz, hem babasız kalmıştı o. Hem yetim, hem öksüz …
Muhammed annesinin üzerine kapanarak :
- Beni kime bırakıyorsun anneciğim? Diye ağladı. Lütfen ölme! Senden başka kimim var ki? Lütfen beni bırakıp gitme!
Muhammed’in yalvarışlarına Amine’den hiçbir karşılık gelmedi. Ruhu çoktan göklere kanatlanmış, Abdullah’ıyla buluşmaya gitmişti.
Muhammed :
- Anneciğim, lütfen bana cevap ver! diye hıçkırdı.
Ümmü Eymen acısını içine gömerek küçük yetimi bağrına bastı.
- O seni duymuyor. Başka bir dünyaya ait artık.
- Ben annemden ayrılamam!
Ümmü Eymen onu sakinleştirmeye çalıştı.
- Annene tekrar kavuşacağız! Ama burada değil, ahirette …
Küçük yetim uzun bir süre annesinin cesedi yanında ağlayıp sızlandı. Ümmü Eymen ise onu sakinleştirmek için türlü türlü diller döktü.
Ümmü Eymen’in haber vermesi üzerine Ebva köyünden birkaç adam gelip Amine’yi gömdüler. Amine Ebva köyünün hemen karşısında sevimli bir ağaç kurusunun kenarında , yaşlı bir ağacın dibinde gömüldü.
Böylece sevgili kocası Abdullah gibi Amine de gurbet ellerde, tanımadığı insanlar arasında, sevdiklerinden uzakta öldü ve yabancılar tarafından gömüldü. Küçük, çaresiz bir çocuğu; zavallı bir cariyeyi ıpıssız çölde yalnız, kimsesiz bırakarak…
Evet… Siyah bir cariye ve küçük bir çocuk. Günlerce sürecek zor, tehlikeli, çileli bir yolculuk.Bitip tükenmek bilmeyen, ıssız, cehennemi andıran, sıcak bir çöl…
Ama Ümmü Eymen zor zamanların, kara günlerin kadınıydı.Her şeyi bir anda unuttu. Başını dikleştirdi, kararlı sert bir anlam gözlerini doldurdu. Ağlayıp dövünmenin, umutsuzluk içinde çırpınmanın sırası değildi. Hanımına verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getirecek, Muhammed’i sağ salim dedesine teslim edecekti.
Amine’nin mezarı başında son bir kez diz çöktü. Hanımıyla vedalaştı. Develerden birini öbürünün yedeğine aldı.Öndeki deveye bindi.Ağlamaktan, üzüntüden yorgun düşüp uyuya kalmış yavrucağı kucağına aldı. Üzüntülü tavırlarla onu izleyen köylülere döndü. Dudakları titreyerek:
-Hanımımı size emanet ediyorum! dedi. Ne olur mezarına iyi bakın! Çiçekler ekin üzerine, toprağını sulayın! O dünyanın en iyi kadınıydı! O bir melekti. Dünyada acıdan, hüzünden başka bir şey tatmamış bir melek…Onu tanısaydınız ona aşık olurdunuz! Onun tatlı sözlerine, hüzün dolu tebessümüne doymazdınız!
Amine’nin mezarı başında toplanmış köylüler bu acıklı, kederli manzara karşısında gözyaşlarını tutamadılar. Beyaz saçlı, beyaz sakallı bir dede ağlamaklı bir sesle Ümmü Eymen’i teselli etti.
-Üzülme kızım, için rahat olsun! O bizim misafirimizdir. Mezarlarımıza yaptığımız bakımın daha fazlasını ona yapacağız!
Ümmü Eymen kucağında uyuyan yetim çocuk ve yedeğindeki deveyle ıssız çölün derinliğine daldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
 
Sevgili Anne
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz  :: Genel Kültür :: Dinler ve İnançlar-
Buraya geçin: