Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz

radyomuz acılmıstır... herkesi bekleriz
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Aşkla Seks - Sexo Con Amor / +18 TrAltyazılı
Busra Manastırında Icon_minitimePerş. Tem. 30, 2009 5:49 am tarafından ixir

» KiM MEZARDA BiR GÜN GECiRMEK iSTER..?
Busra Manastırında Icon_minitimePerş. Tem. 09, 2009 12:47 am tarafından Admin

» Salavat Rekoruna varmısınız ... hadın bakalım...
Busra Manastırında Icon_minitimeÇarş. Tem. 08, 2009 6:19 pm tarafından Gülündikeni

» KUTSAL EMANETLER
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:50 am tarafından Admin

» Busra Manastırında
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Çobanlık Günleri
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Dede Ölüm Döşeğinde
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:45 am tarafından Admin

» Sevgili Anne
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

» Dünya Nurla Doldu
Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Forum
Ortaklar
bedava forum
Istatistikler
Toplam 17 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: forestgump03

Kullanıcılarımız toplam 470 mesaj attılar bunda 259 konu
Kimler hatta?
Toplam 2 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 2 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 25 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 12:11 pm tarihinde online oldu.
Mayıs 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
TakvimTakvim
Anahtar-kelime
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
En iyi yollayıcılar
Admin (291)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
larme (98)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
yosun (32)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
cesetci (22)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
Gülündikeni (15)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
forestgump03 (6)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
usta (2)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
SweTurk (2)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
everem (1)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
ixir (1)
Busra Manastırında Vote_lcapBusra Manastırında Voting_barBusra Manastırında Vote_rcap 
Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın
LÜTFEN OKUYUNUZ....!!!!
Busra Manastırında Icon_minitimeÇarş. Haz. 24, 2009 7:06 am tarafından Admin
Forum ortamında veya özel mesajlarınızda genel ahlak kurallarına aykırı, kişileri/kurumları küçük düşürücü, hakaret niteliğinde sözler kullanamazsınız.

Başlıklarınızda açıklayıcı olmalısınız. Hiçbir açıklayıcılığı olmayan "yardım edin", "lütfen dikkat", "acil" ve benzeri başlıklar kullanmamalısınız.
Mesajınızın …

[ Okuma komple ]
Yorum: 1

 

 Busra Manastırında

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Busra Manastırında Empty
MesajKonu: Busra Manastırında   Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am

Busra Manastırında

Muhammed on iki yaşındayken amcası Ebu Talib Suriye’ye gitme kararı aldı. O yıl Mekkeliler büyük bir ticaret kervanı hazırlamışlardı. Kervanda daha çok gıda ürünleri vardı. Kuru üzüm, hurma, tahıl ve diğer ticaret malları… Hayvansal ürünler; tereyağı, dabaklanmış deri, yünden mamuller. El yapımı, özenle işlenmiş, hazırlanmış Araplara özgü giyecek ve eşyaları… Ebu Talib’in kendine ait malı yoktu.
Zengin kardeşlerinin, bazı varlıklı dostlarının mallarını Şam’da kâr ortaklığıyla satacaktı.
Şam ticaret kervanı yola çıkmadan önce Ebu Talib’in kardeşleri, bacıları, diğer yakın akrabaları onu ağırlamak için evine akın ettiler. Ebu Talib’in yoksul evi sevenleriyle dolup taştı. Ebu Talib gücü yettiğince misafirleriyle ilgilendi. Herkesi kucakladı, herkesle sohbet etti. Misafirlerini tatlı iltifatlarda bulundu. Hanımı Fatıma’nın ikram ettiği hurma şerbetini gülümseyerek içti. Akraba çocuklarının saçlarını okşadı, onları öptü.
Bu tatlı, heyecanlı veda merasimi esnasında Ebu Talib’in gözü yeğenine ilişti.Muhammed yağ kandilinin loş ışığında sessizce oturmuş, masum, üzüntülü bakışlarını amcasına dikmişti. Kalabalıkla ilgilenmiyor, hep amcasına bakıyordu. Ebu Talib, Muhammed’in garip görüşüne dayanamadı.
-Gelip yanıma oturmaz mısın sevgili yeğenim? dedi. Gel şurda otur.
Ebu Talib, Muhammed’e bir dost, bir arkadaş, büyük bir adam gibi davranır, fikrini sorar, onunla dertleşirdi. Bu sefer de öyle yaptı.Muhammed onun yanına gelince şefkatle ellerinden tuttu.
-Üzüntülü gördüm seni, bir müddet ayrı kalağımız için mi?
Muhammed titrek bir sesle :
-Evet amcacığım! diye konuştu.
Ebu Talib duygulanmıştı.Zaten ne zaman Muhammed’e baksa duygulanır, gözleri dolardı. İçi şefkatle titreyerek onu kucaklamak, bağrına basmak isterdi. Aynı yerde yaşamaları, hemen her anlarının birlikte geçiyor olması Ebu Talib’in davranışlarında bir değişiklik meydana getirmiyordu. Tabiri caizse Beni Haşim kabilesinin biricik seyyidi, yeğenine deliler gibi aşıktı. Ona karşı babalık hisleriyle doluydu.
Ebu Talib Muhammed’in üzüldüğünü görünce düşünmeden:
-Sen de benimle gelmez misin? diye teklifte bulundu.
Sevinçten Muhammed’in masum yüzünde güller açtı. Aydınlık bakışları mutlulukla parıldadı. Ama ne yazık ki mutluluğu çok uzun sürmedi. Halaları ve amcaları Ebu Talib’in teklifine şiddetle karşı çıktılar.
Halası Safiyye şaşkınlık içinde gözlerini belleterek haykırdı.
-Bu yaştaki bir çocuk uzun yolculuğa çıkarılır mı hiç? Ağabey! Sen de bilirsin ki Şam yolculuğu haftalar, hatta bazen aylarca sürer. Yolculuğun binbir çeşit zorluğu, çilesi vardır. Muhammed daha on iki yaşında bir çocuk.
Ebu Talib, bacısı Safiyye’nin son sözlerine itiraz etti.
-Muhammed on iki yaşında olabilir, ama on beş yaşındaki bir delikanlı gibi boylu poslu ve gelişkin.
-Safiyye güldü.
-On beş yaş da büyük sayılmaz!
-Ayrıca çoğumuzdan daha akıllı ve zeki… bunu inkar edemezsiniz!
-Muhammed’in en büyük amcası Haris omzundan düşen siyah ridasını düzeltmeye çalışırken:
-Muhammed’in aklına ve zekasına itirazımız yok Ebu Talib,dedi. Yolculuk esnasında başına bir bele gelmesinden korkuyoruz. Yaz aylarındayız. Hava çok sıcak. Sevgili yeğenimin bünyesi çölün kavurucu sıcaklarına dayanabilir mi acaba ? biliyorsun ki yaz aylarında bulaşıcı hastalıklar çok olur. Onlarca yerden geçeceksiniz. Bir sürü toplulukla karşılaşacaksınız. Tanımadığınız, huyunu suyunu bilmediğiniz kabilelerde, bedevi köylerinde, şehirlerde konaklayacaksınız. Pis sulu, balçıklı, hastalık üreten bataklıklar yolunuza çıkabilir. Kum fırtınalara yakalanabilir, açlık, susuzluk çekebilirsiniz. Ebu Talib, sevgili kardeşim! Muhammed’i götürme. Yolda yakalanır veya çölde kaybolursa ne yaparsın sonra?
Safiyye, Muhammed’e sevgiyle baktı.
-O, Beni Haşim soyunun incisidir! İncimizi her türlü tehlikeden muhafaza etmeliyiz.
Muhammed’in diğer halaları, amcaları da Safiyye ve Haris’i destekler sözler söyleyince Ebu Talib çaresiz onlara boyun eğdi. Ellerini ümitsizce iki yana açarak mırıldandı.
-Galiba haklısınız.
Sonra Muhammed’e döndü.
-Allah’ın izniyle tez döneriz oğlum! Ne yapalım? Senin iyiliğin için kısa bir ayrılığa katlanacağız.
Muhammed cevap vermedi Yanaklarından dökülen gözyaşlarını avuçlarının tersiyle sildi. Yavaşça ayağa kalkıp dışarı çıktı. Sırtını avlu duvarına dayayıp çöl gecesinin sessizliğini dinledi. Derin bir soluk aldı. Sonra acı acı ağlamaya başladı. Acıma dolu bakışlardan kurtulduğu için rahatlamış, özgürce gözyaşlarını koyuvermişti.
Ebu Talib, Muhammed’in arkasından kalkmak istedi. Hafifçe doğruldu da. Lakin hemen vazgeçti. Yutkunarak yerine oturdu.Muhammed’in ağlayarak dışarı çıkması ona çok dokunmuştu. Fakat yakınlarını da kırmak istemiyordu. Onların itirazlarını önemsememek hoş olmazdı. Çünkü hepsi de Muhammed’in iyiliğini istiyor, onun üzerine titriyorlardı.
Şafakla beraber, güneşin doğacağı ufuk daha kızıla boyanmadan Şam kervanı yola çıktı. Sırtları ticari mallarla yüklü develer geceden hazırlanmış, silahlı nöbetçilerin eşliğinde şehrin diş kale kapısının önünde bekliyorlardı. Kervana katılacak yolcular çabucak hazırlanıp buluşma notasına yollandılar.
Ebu Talib herkesten önce uyandı. Yolculuk elbiselerini giyindi. Babasından devraldığı adeti aynen uygulayarak Kabe’ye gitti. Beytullah kapısının demir halkasını tutarak Allah’tan hayırlı bir yolculuk ve bereketli bir ticaret diledi. Sonra eve döndü. Hanımıyla vedalaştı. Çocukları uyandırmaya kıyamayarak avluya çıktı. Kül rengi tüyleri olan, sağlıklı genç erkek devesi ıhtırdı. Koşumlarını, eyerini, çadır bezinden hevdücünü gözden geçirdi. Hanımı ve kölesinin yardımıyla devesine bindi. Dizginleri eline aldı. Tam gidiyordu ki Muhammed eşikte göründü. Kaygı ve hüzünle gölgelenmiş yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı. Belli ki sabaha kadar hiç uyumamış, üzüntülü, kaygılı düşüncelere dalmıştı.
Muhammed hızlı adımlarla gelip devenin yullarından tuttu. Hıçkırıklar içinde :
-Ey amcacığım!dedi.Beni kime bırakıyorsun? Benim ne anam var ne babam! Senden başka hiç kimsem yok!
Muhammed’in dudaklarından dökülen bu kelimeler Ebu Talib’in kalbine ok gibi saplandı. Hemen devesinden aşağı indi. Muhammed’i şefkatle kolları arasına alarak :
-Vallahi seni kendimle beraber götüreceğim! dedi. Hiçbir zaman birbirimizden ayrılmayacağız!Bir an bile olsa seni kendimden uzaklaştırmayacağım!
Böylece Muhammed de Şam ticaret kafilesinin yolcuları arasında yerini aldı. Ona sevimli, genç bir deve tahsis ettiler. Kırmızı tüylü, cins devesinin üstünde şuraya buraya emirler yağdıran kervan başkanı, Muhammed’in amcasıyla geldiğini görünce elini havaya kaldırıp sevinçle bağırdı.
-kafilemizin en küçük yolcusu, hoşgeldin! Umarım varlığın bize bereket getirir!
Ebu Talib, Muhammed’in mutlulukla parıldayan gözlerine gülümseyerek baktı.
-Umarım!diye mırıldandı. Umarım…
İstinasız kervandakilerin hepsi Abdulmuttalib’in torunun kendilerine katılmasından hoşnut olmuşlardı. Onun yüce kişiliğiyle ilgili söylentiler, doğumu esnasındaki olağan üstülükler, güzel ahlakı herkese aşınaydı. Yolculuk boyunca Muhammed’in şahsıyla ilintili gariplikler onun makamını Kureyş’li tacirlerin gözünde daha da yüceltti.
Kureyş kervanı görülmedik derecede rahat, huzurlu bir yolculuk yapıyordu. Konakladığı menzillerde bol ve ucuz yiyecek bulabiliyor, ciddi hiçbir sorunla karşılaşmıyordu.
İnsanlar bu özelliklerin Muhammed’ten kaynaklandığını hissediyorlardı. Muhammed’te görülen bazı özel haller bu kanaati güçlendiriyordu. Mesela Muhammed’in başı üstünde her zaman bir bulut vardı. Muhammed nereye gitse o bulutta oraya yöneliyor, Muhammed’in güneş ışınlarından rahatsız olmasından asla izin vermiyordu. Herhangi bir menzilde konakladıkları zaman bulut, Muhammed’in istirahate çekildiği yerin üstüne duruyordu. Yolculuk başlayınca bulut da harekete geçiyordu.
Yine Muhammed’in diplerinde oturduğu ağaçlar adeta canlanıyor, tüm dallarını Muhammed’in oturduğu yöne sarkıtıyordu.
Muhammed’in yediği yemeğe, içtiği suya bereket giriyor; Muhammed’in kullandığı kaptan süt içenler az sütle doyuyorlardı.
Ebu Talib, yolculuk esnasında yeğenini daha yakından tanıma imkanı buldu. Onunla uzun uzun dertleşti. Muhammed’in küçük yaşından beklenmeyen olgunluğu, sağlam iradesi, dürüst şahsiyeti Ebu Talib’i çok etkilendi. Yeğenine çok daha farklı bir gözle bakmaya başladı. Ona beslediği duyguların içine saygı da girdi.
Haftalar süren yolcuktan sonra Kureyş ticaret kervanı Suriye topraklarına ayak bastı. Şam yolu üstünde bulunan Busra nahiyesine yakın bir manastırın karşısında mola verildi. Mola verilen yer cılız, kurumaya yüz tutmuş, seyrek yapraklı birkaç söğüt ağacının kıyısında dizildiği küçük bir dere kenarıydı. Derenin tam karşısında, düzlük bir alanda Busra manastırı yükseliyordu.
Busra Manastırı yüzlerce rahip adayının eğitim gördüğü, inzivaya çekilmek isteyen din adamlarının uğradığı büyük bir yerdi. Etrafı surlarla çevrilen manastır muhkem bir kaleyi andırıyordu. İçlerinde gözetleme odacıkları bulunan üç kuleye sahipti manastır. Kuleleri birbirine bağlayan surlarda mazgal delikleri göze çarpıyordu. Manastırın üç adam boyundaki kocaman demir kapısının yine kocaman gümüş bir haç süslüyordu. Manastırın içinde büyük kesme taşlarından yapılmış, yuvarlak sütunlu, duvarları İsevilik inancını yansıtan kabartma resimlerle dolu binalar vardı. Binaların arasındaki ağaçlı yollar, taş merdivenleri saran çam, söğüt veya kavak korucukları manastırı yeşil bir dünyaya gömülmüştü.
Manastırı küçük bir askeri birlik koruyordu. Arap olmalarına rağmen Roma askerleri gibi giyinmişlerdi. Üzerlerinde kısa kollu, göğüs tarafı ince demirden zırhla korunmuş deri ceketler vardı. Kırmızı renkli, yelpaze gibi kesik kesik deri etekler dizlerine kadar uzanıyordu. Başlarına gümüş suyuna batırılmış demir miğferler geçirmişlerdi.
Şam eyaleti ve onun nahiyesi Busra Arap toprağıydı. Ancak Roma İmparatorluğunun sömürgesiydi ve Roma’nın atadığı bir vali tarafından yönetiliyordu. Dolayısıyla bu bölgede Roma kültürü, Roma yaşam tarzı her tarafı etkisi altına almıştı. Bu bölgede yaşayan Arapların çoğunluğu Hristiyandı. Bundan ötürü Hıristiyan Roma’yla kolayca uyum sağlamıştı.
Manastırın baş rahibi Bahira, Kureyş ticaret kervanı küçük derenin kenarında kamp kurduğu esnada surlarda geziniyordu. Kervanı uzaktan görmüş ve gelip konaklayıncaya kadar da gözünü ondan ayırmamıştı.
Bahira doksan yaşlarında görünen, sırtı hafif kamburlaşmış, alnındaki ve gözlerinin altındaki derin kırışıkların kendisini olduğundan daha yaşlı gösterdiği nur yüzlü, aydınlık bakışlı, sempatik, sevecen bir adamdı. Kar kümesi gibi bembeyaz sakalları göğsüne kadar uzanıyordu. Bembeyaz saçlarını prizma şeklinde olan ön tarafı dışa doğru çıkıntılı, püsküllü, pahalı kumaştan yapılmış, etrafı süslü bir başlık örtüyordu. Siyah, simli,üstündeki sarı işlemeleri güneşte şavkıyan bir cubbe geniş omuzlarından topuklara kadar bütün vücudunu sarmıştı. Boynunda altın bir haç sarkıyordu.
Başrahip Bahira o bölgenin en saygın, en bilge, en ünlü alimiydi. Bölge halkı ve yerel yöneticiler üzerinde inanılmaz bir etkisi vardı. Hıristiyanlar ona aziz gözüyle bakıyorlardı. Doğrusu bu makamı hak ediyordu da. Tamamıyla dünyadan, dünya işlerinden elini eteğini çekmişti. İnsanlara karşı ilgisizdi. Toplumları saran ahlaki, akidevi, sosyal çürümeye karşı koyacak gücü bulamıyordu kendinde. Üzgün ve kırgındı. Aydınlık, güleç çevresinde her vakit bir hüzün vardı. Tek umudu son peygamberin gelişiydi. Yanındaki kutsal kitapta adı ”övülmüş” olarak anılan, tüm bedeni ve davranışsal özellikleri anlatılan, geliş vaktinin yakın olduğu müjdelenen son peygamberin nuhur anını özlemle bekleyip zamanın çoğunu ibadetle, duayla geçiriyordu. Gözü gibi koruyup sakladığı kutsal kitap ona önceki büyük rahiplerden yadigar kalmıştı. Zaten o kitabın sayesinde İsevi olmuştu.
Rahip Bahira aslen Teyma Yahudilerindendi. Ciddi bir Tevrat bilgisi vardı. Yahudilerin büyük alimlerindendi. Bir tevafuk sonucunda gerçek İncile çok yakın, büyük ölçüde aslını korumuş, İsa Mesih’in hakiki dininin birçok buyruğunu içinde barındıran bu kutsal kitaba ulaşmıştı. Bu kutsal kitap onun ruhunu aydınlatmış, İsevi olmasına yol açmıştı.
Başrahip Bahira tevhidi bir insandı. Hıristiyanlık aleminin benimsediği teslis inancına putperestlik gözüyle bakıyordu. Tek Allah’a inanıyordu. Baba,oğul ve kutsal ana üçlemesinin şirk olduğu, İsa’nın getirdiği dinde böyle saçmalıkların bulunmadığı, bu hurafelerin putperest Romalılardan devşirildiği fikrini taşıyordu. Bu inancı güzel teamüllere aykırı olduğu için pek gündeme gelmiyor, kendine saklıyordu. Onun gibi tek Allah’a inanan, daha doğrusu teslis inancı taşımayan Hıristiyan ruhanilerin sayısı bir elin parmaklarından bile azdı.
Başrahip Bahira’nın manastırın surlarında gezinirken uzaktan Kureyş ticaret kervanının gelişini gördüğünü söylemiştik. İlk önceleri kervanla ilgilenmedi. Şöyle bir baktı sadece. Bakışlarını manastırdan bir iki mil ötesindeki Bursa kasabasına çevrildi. Bağlar, bahçeler, yüksek yeşil ağaçlar arasında ovaya dağılmış şirin Bursa evlerini seyretti dalgın dalgın gülümseyerek. Sonra gözleriyle gökyüzünü taradı. Gökte tek başına duran bir bulut dikkatini çekti. Yalnız bir buluttu. Gök gayet berrak ve açıktı.güneş gözleri kamaştıracak kadar parlıyordu. Yakıcılığına da diyecek yoktu.
Rahip Bahira şaşkınlıkla:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Busra Manastırında Empty
MesajKonu: Geri: Busra Manastırında   Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am

“Garip doğrusu!”diye düşündü. “Gökyüzü gayet açık. Başkada hiçbir bulut yok. Bu tek bulutun gökyüzünde işi var?”
Başrahip Bahira bulutun yerinde durmadığını, hareket ettiğini, hatta kendine doğru geldiğini fark etti. Gözünü aşağılara kaydırınca Kureyş kervanını gördü. Zihninde bir şimşek çaktı.
-Bulut kervanla hareket ediyor!dedi hayretle.
Evet,gökyüzündeki yalnız bulut kervanının üstünde duruyordu. Kureyş kervanı derenin kenarında durunca bulutta durdu. Yoluna devam etmedi.
Rahip Bahira tüm dikkatini buluta vermişti. Bulut cılız yapraklı, seyrek dallı bir ağacın üstünde durdu. Ağaç tüm dallarını tek bir tarafa eğip birleştirerek gölge oluşturmaya çalıştı. Bilinçli bir canlı gibi… feraset sahibi Bahira bazı şeyleri hissetmişti. Bu hissedişin etkisiyle yüzü heyecanla gerildi. Soluk alıp verişleri hızlandı. Elini göğsüne bastırdı. Derin derin soluk aldı. Durumunu kimsenin fark etmesini istemiyordu. Hemen sakin bir havaya büründü.
-o orda! diye mırıldandı. Bulut ve sallanan cılız ağaç onu gölgeliyor. Bu kadar erken mi Allah’ım! yok, yok mutlaka yanılıyorum! Bu bir tevafuk da olabilir. Belki kimse yoktur o ağacın altında. Ya da Salih bir insandır; bir Allah dostudur… Ama bendeki bu derin heyecan ne? Bu önses ne? Şimdi anlayacağız…
Bahira hızlı adımlarla surların taş merdivenlerinden aşağı indi. Yardımcısını çağırdı. Bahira’ın yardımcısı elli yaşlarında, kırmızı suratlı, sarı saçlı, karga burunlu, tıknaz, kısa boylu bir adamdı. Başını dazlak ön tarafı güneşte parıldıyordu. O del Bahira gibi giyinmişti. Başında başlık yoktu. Rahip Bahira bu adamı hiç sevmezdi. Yapmacık tavırlara, güven aşılamayan bakışlara sahipti. Rahip Bahira’yla onun arasında gizli bir rekabet vardı. Bu rahip, Bahira’nın teslis inancını kabul etmediğini biliyor, Manastırı onun denetiminden kurtarmak istiyordu. Ama Bahira’nın halk arasındaki efsanevi kişiliği bu zavallı makamperestin elini kolunu bağlıyordu.
Başrahip Bahira, yardımcısına :
-Kervanbaşını çağır, onunla konuşmak istiyorum, dedi.
Yardımcısı ikon başlıklı, kısa bastonunu göğsüne bastırarak başını eğdi.
-Başüstüne efendim!
Sonra yapmacık bir nezaketle gülümsedi.
-Başrahip hazretleri yabancı kervanın reisiyle ne konuşacak acaba?
Rahip Bahira ilgisiz görünmeye çalışarak:
-O kadar önemli değil, diye mırıldandı. Ziyafete çağıracağım…
Ama yardımcısı, başrahibin heyecan içinde olduğunu farketmişti. Başrahibi gözetim altına tutmaya karar vererek ticaret kervanının yanına yollandı.
Kureyş kafilesinin reisi, kırmızı tüylü devesine binerek manastıra geldi. Başrahip Bahira onu kapıda karşıladı. Gülümseyerek :
-Hoşgeldiniz! dedi. Yolculuk Şama mı?
keçi sakallı, sırtındaki kırmızı pelerini hafifçe şişip inen kervan başkanı saygılı bir tavırla cevap verdi.
-Evet rahip hazretleri…
-Nerden geliyorsunuz?
-Mekke’den… Kureyşliyiz biz.
-sanırım ticaret malları taşıyorsunuz.
-Doğru…
Rahip Bahira:
-Yorgunsunuz, diye sözlerini sürdürdü. Açsınız da… Sizi ağırlamaktan, size ziyafet vermekten mutluluk duyarım!
Kafile başkanı:
-Lat, Menat, Uzza adına! diye bağırdı. Hubet aşkına! Ne güzel bir teklifte bulunuyorsunuz!
Sonra sakalını sıvazlayarak şaşkın şaşkın güldü.
-Affınıza sığınıyorum rahip hazretleri ama çok şaşırdım doğrusu!
-Neden?
- Ben tüccarım. Kureyş kervanıyla beraber sık sık Şam’a giderim. Her gidişimde kervan mutlaka bu manastırının yakınlarında konaklar. Lakin bir defa bile bizi çağırdınıza şahit olmadım. Aksine bizi putperest olduğumuz için küçümsediğinizi duydum.
Başrahip Bahira, kafile başkanının son sözlerini duymazdan geldi. Gülümsemesini sürdürerek:
-manastırımızın karşısında konakladığınıza göre misafirimiz sayılırsını, dedi. Lütfen davetimi kabul buyurun!
-Memnuniyetle…
Bahira vurgulu, ciddi bir sesle:
-Rica ediyorum!diye ekledi. Herkesi getirin. Yaşlı, genç, çocuk, köle demeden bütün kervanı ağırlamak istiyorum. Hiç kimse geride kalmamalı.
Başrahip Bahira manastırın yemekhanesinde büyük bir ziyafet tertipledi. Birbirine yapışık, uzun, geniş bir daire şeklindeki masaların üstünü çeşit çeşit yemeklerle donattı. Uzun yolculuk esnasında kısıtlı tayinleriyle yetinmek zorunda kalan Kureyşliler iç tavanı kemerli, duvar ve sütunları aziz kabartmalarıyla süslenmiş,yüksek pencereleri içe doğru kafesli, ön platformunda büyük bir Meryem Ana heykeli bulunan loş, serin emek salonuna girince hoşnutlukla bakıştılar. Masaların üstü kebap çeşitleriyle, pilav çeşitleriyle, değişik hoşaf ve şerbetlerle, meyve tabaklarıyla doluydu.
Rahip Bahira genç ihtiyar, hür veya köle demeden teker teker bütün misafirleriyle ilgilendi, hal ve hatırlarını sordu. Tabii bunları yaparken muhatabının yüzünü dikkatle inceliyor, aradığı kişiyi bulmaya çalışıyordu. Ancak hayal kırıklığına uğramıştı. Bu yüzlerin birbirinde kutsal kitaptaki özellikler yoktu. Yanılmış mıydı acaba? Son bir umutla kervan reisine sordu.
-herkesin geldiğinden emin misin? yani kervanın başında kimse kalmadı mı?
Önündeki yemekleri zevkle atıştıran keçi sakallı düşünür gibi yaparak:
-Yanılmıyorsam kimse kalmadı, dedi.
-Demek öyle?
-Evet evet…
O esnada Kureyşlilerden biri :
-Sadece on iki yaşlarında bir çocuk kaldı,diye müdahale etti. En küçüğümün olduğundan ötürü onu yüklerin yanında bıraktık.
Rahip Bahira:
-Lütfen onu da getirin!diye ısrar etti. Misafirperverliğimizden o da yararlansın.
Bütün gözler Ebu Talib’e çevrildi. Rahip Bahira:
-Çocuk sizin yakınınız mı?diye sordu.
-Evet…
-Lütfen o da gelsin!
Ebu Talib, yanında oturan Haşimoğullarından birine:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Busra Manastırında Empty
MesajKonu: Geri: Busra Manastırında   Busra Manastırında Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am

-Git oğlumu getir,dedi. Bir kaçınız erken yemek yiyip kervanın yanına dönsün. Eşyaları yalnız bırakmayın.
Adam, Ebu Talib’in sözünü iki etmeden edeple masadan kalktı. Yanına karınlarını doyurmuş iki siyahi köleyi alıp kervanının yanına döndü.
Rahip Bahira sabırsızlıkla kapıya bakıyordu. Ordan içeri girecek çocuk onun son umuduydu.
Muhammed bir ilkbahar dolunayı gibi içeri girince Rahip Bahira’nın yaşlı kalbi göğüs kafesini parçalarcasına çarpmaya başladı. Muhammed’in gelişiyle içeride müthiş bir manevi havanın oluştuğunu hissetti ve bulutun gölgelediği, cılız ağacın dallarıyla korunmak istediği ilahi varlığın çocuk olduğunu anladı. Kutsal kitaptaki özellikler bir bir gözlerinin önünde canlandı; alındaki parlak nur, gözlerdeki kızıllık, şemalı, yüz ifadesi… Hepsi de bu çocukta vardı. Kutsal kitap sanki bu çocuğu tasvir ediyordu. Bahira hayranlıkla, heyecanla onu süzüyor gözü ondan başkasını görmüyordu artık.
Ziyafetten sonra herkes sağa sola dağıldı. Bazıları Manastırın bahçesinde gezinirken, bazıları da kervanın yanına döndü.Ebu Talib ile Manastırda yaşayan birkaç rahip yemekhanede kalıp sohbete daldılar. Muhammed ise geniş salonun bir köşesine çekildi. Uzaktan amcasını izleyip onun kalkmasını bekledi.
Rahip Bahira, Muhammed’in yanına yaklaştı.
-Oturabilir miyim? diye gülümsedi.
Muhammed, Rahip Bahira’dan hoşlanmıştı. Onun gülümsemesine gülümsemeyle karşılık verdi. Oturduğu tahta sırada yer açtı. Bahira, küçük çocuğun yanına ilişti. Onu denemek maksadıyla az önce Kureyşlilerden duyduğu putların adına ondan yemin istedi.
-Ey sevimli çocuk! Sana bazı sorular soracağım, senden bazı bilgiler isteyeceğim. Lat ve Uzza’nın hatırı için sorularımı doğru cevaplandır!
Küçük Muhammed’in gözleri öfkeyle parladı.
-Bana putlardan bahsetme! Onların adını yemin ederek benden bir şey sorma! Vallahi putlardan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmem!
-O halde Allah aşkına bana doğru cevap ver! dedi.
Muhammed şaşkın bir tavırla yaşlı din adamını süzdü. Yaşlı ruhaninin sözleri garibine gitmişti. Çünkü ömründe ilk defa onu görüyordu. On iki yaşındaki bir çocuktan ne öğrenmek isteyebilirdi ki? Yinede:
-İstediğini sorabilirsin! Dedi yavaşça kıpırdanarak.
Bunun üzerine rahip Bahira, Muhammed’e uykudaki ve uyanıkken ki halleriyle, yaşantısıyla, şahsiyetiyle ilgili bir çok soru sordu. Muhammed’in verdiği cevaplar kutsal kitapta anlatılanlara uyum içindeydi.
Rahip Bahira sorularını bitirince Muhammed’in ellerinden tuttu. Adeta yalvararak:
-Evladım! Dedi. Belki sana garip gelebilir ama sırtını açıp bakabilir miyim? Lütfen beni kırma.
Muhammed gülümseyerek gömleğini kaldırdı. İki kürek kemiğinin ortasında etten bir ben veya çıkıntı vardı.
Aksakallı ruhani, içi sevinçten titreyerek ve aynı zamanda ruhunu kaplayan bir hüzünle eğildi, etten beni öptü.
-Peygamberlik mührü bu! Diye düşündü. Mukaddes kitapta anlatılan mührün tıpkısı…
Ebu talip, sohbet ettiği guruptan ayrılıp onlara doğru geldi. Amacı Muhammed’i alıp kervanın yanına dönmekti. Rahip Bahira, Ebu Talib’i salonun ortasında karşıladı. Koluna girdi.
-Yanılmıyorsam arkadaşlarınız sizi Ebu Talib diye çağırıyorlar.
-Haklısınız…
-Odama kadar teşrif edebilir misiniz? Yemekhane salonunun hemen karşısında. Sizden bazı şeyler öğrenmek istiyorum.
-Ne hakkında?
-Yanınızdaki çocuk hakkında…
-Muhammed mi?
-Demek aldı Muhammed?
-Evet…
Bahira:
-Adı da uyuyor, diye mırıldandı.
-Ne dediniz?
Rahip Bahira, kolundaki Ebu Talib’i odasına soktu. Hafif karanlık, şamdanlara konulmuş iki ince mumla aydınlanan, zemini yaygısız oda bir zahidin mütevazı ibadet yerini andırıyordu. Oda boştu. Tahta bir masa, masanın kenarında duran üç iskemle, kalın ciltli kitaplarla dolu basit yapılışlı tahta bir kitaplık ve masanın üstünde sağa sola atılmış üç beş kitap… bir de yarıya kadar suyla dolu bir demir sürahi… Odadaki bütün eşyalar bunlardan ibaretti. Yemekhane salonundaki görkemin aksine burası çok sadeydi.
Ebu Talib’le Rahip Bahira karşılıklı bir sandalye çekip masaya oturdular. Bahira hemen konuya girdi.
-O çocuk senin oğlun mu?
Ebu Talib hiç düşünmeden:
-Elbette oğlumdur! Diye cevap verdi.
Rahip Bahira olumsuzca başını salladı.
-Onun babası sen olamazsın! Babasının ölmüş olması lazım.
Ebu Talib hayretle gözlerini yaşlı bilgine dikti.
-Doğru diyorsun, babası ben değilim. Kardeşimin yetimidir o! Onu oğlum saydığım için böyle konuştum.
Bahira rahat bir nefes aldı.
-Babası ne zaman öldü?
-Annesi daha ona hamileyken…
-Doğru söyledin! Annesinin de ölmüş olması gerekiyor.
Ebu Talib üzüntüyle mırıldandı.
-Altı yaşındayken annesi öldü. Altı yaşında hem annesiz hem de babasız kaldı!
Rahip Bahira birden:
-Kardeşinin oğlunu hemen memleketine geri götür! dedi.
Ebu Talib, Rahip Bahira’nın bu ani çıkışına hiçbir anlam veremedi.
-İyi ama neden böyle bir şey yapayım ki? Ayrıca yeğenimle bu kadar yakından ilgilenmenize anlam veremedim.
Rahip Bahira gülümsedi. Dirseklerini masaya bastırıp başını Ebu Talib’e yaklaştırdı. Kimsenin duymasını istemediği sırrını açıklayıverdi.
-Yeğenini hemen Mekke’ye geri götür. sakın Şam’a gitme! Şam’daki Yahudi bilginler onu tanırlarsa kesinlikle öldürmeye kalkışırlar! Çünkü yeğenin insanlığa gönderilecek olan son peygamberdir. Kutsal kitabımızda onun özellikleri genişçe anlatılıyor. Benim tanıdığım gibi Yahudi bilginler de onu tanıyabilirler.
Ebu Talib kulaklarına inanamıyordu. Yeğeni peygamber olacaktı ha! Fal taşı gibi açılmış gözlerle rahibi süzüyordu. Acaba bu İsevi din adamı onunla alay mı ediyordu? Ama hayır… Rahip son derece ciddi, olgun bir yüz ifadesiyle oturuyordu. Davranışlarında yapmacıklık yoktu. Kendine güvenen, kendinden emin, ikna edici ses tonu boş odada yankılanınca, bu sesin cazibesine kapılmamak mümkün değildi.
-Demek yeğenim Muhammed peygamber olacak!
-Evet… ham de ona tabi olma hususunda bizden ahd alınmıştır.
-Kim almış bu ahdı sizden ?
-Yüce Allah , İsa bin Meryem’e indirdiği kutsal kitabında bizden son peygambere ulaşanların ona tabi olmasını emretmiştir. Ebu Talib, çocuğu hiç oyalanmadan geri götür. sakın, sakın Şam’a gitme! Yahudiler onu tanırlarsa gözlerini kırpmadan öldürürler!
Ebu Talib korkmuştu. Kaygı içinde:
-Yeğenim peygamber olacaksa kitap ehlinin sevinmesi gerekir, dedi. Niye ona zarar vermek istesinler?
Rahip Bahira üzüntüyle dudaklarını büktü. Dalgın dalgın önündeki sürahiyle oynadı. Ebu Talib’in kavrayacağı kelimeler seçerek Yahudilerin düşmanlık sebebini anlattı:
-Yahudiler taassup sahibidirler! Kıskanç ve kindardırlar! Irkçıdırlar! Son peygamberin kendilerinden, yani İsrailoğullarından olmasını arzu ederler. Halbuki bu çocuk Arap’tır. İsrailoğulları soyundan değildir. Yahudiler onu kıskanırlar, kurulu düzenlerinin yıkılmasından korkarlar. Bile bile hakka, hakikate düşmanlık ederler.Ah İsrailoğulları! Ah Yahudi ırkı! Kimse onları benim kadar tanımaz. Onlar aşşağlık insanlardır! Dünyevi çıkarlar için az peygamber kanına girmedi onlar! Ey Mekkeli adam! Görüyorum ki yeğeninin üzerinde titriyorsun. Onu çok seviyorsun. Ne olur bana inan! Yeğenini Şam’a götürme. Onun ev halkına tekrar dönmesini istiyorsan malını burada, Busra’da sat. Bu seferlik kazancın az olsun. Ben sana karşı vazifemi yaptım. Uyardım seni Artık sen bilirsin!
Odada derin bir sessizlik oldu. Ebu Talib derin düşüncelere daldı. Rahip Bahira, göğsünü tümüyle örten beyaz sakalını eliyle sıvazlayıp sabırsızlık içinde Ebu Talib’in cevabını bekliyordu.
Neden sonra Ebu Talib gülümseyerek başını kaldırdı. Bakışlarında sonsuz bir kararlılık ve sevgi okunuyordu.
-Size tüm kalbimle inanıyorum Bahira hazretleri! Yeğenim hakkındaki tespitleriniz beni tarifsiz bir mutluluğa gargetti. Zaten onun sıradan bir insan olmadığını, şanı yüce bir zat olacağını biliyorduk. Onun etrafında oluşan olağanüstülükler dilden dile dolaşıyor.
Rahip Bahira :
-Malınızı burada satın, daha ileriye gitmeyin, dedi.
-Ben öyle yapacağım…
Ebu Talib, Kureyş ticaret kervanından ayrıldı. Mallarını Busra kasabasında satacağını söyledi. Kervanın ileri gelenleri sebebini öğrenmek istedilerse de Ebu Talib’ten kaçamak cevaplar aldılar. Kervanda bulunan Haşimoğulları da Ebu Talib’le kaldılar. Kervan onlarsız yollarına devam etti.
Ebu Talib’le arkadaşları Busra pazarında hiç beklemedikleri, gayet kazançlı bir alış veriş yaptılar. Busra’da birkaç gün istirahat ettikten sonra dönüş yoluna koyuldular.
Ebu Talib, Muhammed’in elinden tutarak son bir kez Başrahip Bahira’yı görmeye gitti. Vedalaşma çok duygusal ve acıklı oldu. Doksanlık ihtiyar, göğsüne kadar sarkan bembeyaz sakalına, toplumsal ve dini konumuna aldırmadan küçük Muhammed’e sarılarak hüngür hüngür ağladı. Rahip Bahira’nın samimi, içten gözyaşları orda bulunan herkesi duygulandırdı.
Ebu Talip ile Bahira iki samimi dost gibi kucaklaştılar. Rahip Bahira Ebu Talib’in omuzlarını sıkıca kavurarak :
- Muhammed’i koru! Dedi. Ona sahip çık !
Sonra bir iç geçirerek hıçkırdı.
- Ah! Ah! Keşke Onun Peygamberlik zamanına kadar yaşasaydım! Onun ümmeti arasına katılıp bu yaşlı halimle ona feda olsaydım! Ona gelecek bela ve musibetlere göğsümü siper etseydim! Keşke!
Ebu Talib dolu dolu gözlerle :
- Benim yavrum Peygamber olunca acı mı çekecek? Diye sordu.
- Hem de çok! Hem de çok Ebu Talib! Kavmi onu yalanlayacak. Onu yalancılıkla, sahtekârlıkla, bölücülükle suçlayacak. Ona ve dostlarına her türlü eziyeti yapacak. Ondan önceki Peygamberlerin başına ne geldiyse onunda başına gelecek. Ah o günleri görebilseydim!
Başrahip Bahira, Ebu Talib ve küçük kafilesi ufukta kayboluncaya kadar surların üzerinde onlara baktı. Bu arada sicim gibi yaşlar gözlerinden yanaklarına süzülüyor ve hep şöyle mırıldanıyordu:
- Bir daha dünya gözüyle seni görebilecek miyim ey Aziz Peygamber! Görebilecek miyim seni?

------------------ SON -----------------
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
 
Busra Manastırında
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz  :: Genel Kültür :: Dinler ve İnançlar-
Buraya geçin: