Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz

radyomuz acılmıstır... herkesi bekleriz
 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlKayıt OlGiriş yap
Arama
 
 

Sonuç :
 
Rechercher çıkıntı araştırma
En son konular
» Aşkla Seks - Sexo Con Amor / +18 TrAltyazılı
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePerş. Tem. 30, 2009 5:49 am tarafından ixir

» KiM MEZARDA BiR GÜN GECiRMEK iSTER..?
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePerş. Tem. 09, 2009 12:47 am tarafından Admin

» Salavat Rekoruna varmısınız ... hadın bakalım...
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimeÇarş. Tem. 08, 2009 6:19 pm tarafından Gülündikeni

» KUTSAL EMANETLER
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:50 am tarafından Admin

» Busra Manastırında
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Çobanlık Günleri
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:46 am tarafından Admin

» Dede Ölüm Döşeğinde
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:45 am tarafından Admin

» Sevgili Anne
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

» Dünya Nurla Doldu
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:44 am tarafından Admin

Tarıyıcı
 Kapı
 Indeks
 Üye Listesi
 Profil
 SSS
 Arama
Forum
Ortaklar
bedava forum
Istatistikler
Toplam 17 kayıtlı kullanıcımız var
Son kaydolan kullanıcımız: forestgump03

Kullanıcılarımız toplam 470 mesaj attılar bunda 259 konu
Kimler hatta?
Toplam 1 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 1 Misafir

Yok

Sitede bugüne kadar en çok 25 kişi C.tesi Tem. 29, 2017 12:11 pm tarihinde online oldu.
Mayıs 2024
PtsiSalıÇarş.Perş.CumaC.tesiPaz
  12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  
TakvimTakvim
Anahtar-kelime
Giriş yap
Kullanıcı Adı:
Şifre:
Beni hatırla: 
:: Şifremi unuttum
En iyi yollayıcılar
Admin (291)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
larme (98)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
yosun (32)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
cesetci (22)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
Gülündikeni (15)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
forestgump03 (6)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
usta (2)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
SweTurk (2)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
everem (1)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
ixir (1)
Dede Ölüm Döşeğinde Vote_lcapDede Ölüm Döşeğinde Voting_barDede Ölüm Döşeğinde Vote_rcap 
Sosyal yer imi
Sosyal yer imi reddit      

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın

Sosyal bookmarking sitesinde Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz adresi saklayın ve paylaşın
LÜTFEN OKUYUNUZ....!!!!
Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimeÇarş. Haz. 24, 2009 7:06 am tarafından Admin
Forum ortamında veya özel mesajlarınızda genel ahlak kurallarına aykırı, kişileri/kurumları küçük düşürücü, hakaret niteliğinde sözler kullanamazsınız.

Başlıklarınızda açıklayıcı olmalısınız. Hiçbir açıklayıcılığı olmayan "yardım edin", "lütfen dikkat", "acil" ve benzeri başlıklar kullanmamalısınız.
Mesajınızın …

[ Okuma komple ]
Yorum: 1

 

 Dede Ölüm Döşeğinde

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Dede Ölüm Döşeğinde Empty
MesajKonu: Dede Ölüm Döşeğinde   Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:45 am

Dede Ölüm Döşeğinde

Sıcak bir gündü.Dar, çakıllı Mekke sokakları bomboştu. Sıcak , bunaltıcı bir hava vardı. Berrak, bulutsuz, külrengi gökyüzünden yere doğru esen hafif bir meltem yerdeki ince kum tabakalarını havalandırıyor, ağaç dallarının, yaprakların tozla kaplanmasına neden oluyordu.
Beyinleri kaynatan bunaltıcı sıcaktan kaçmak isteyen Mekke sakinleri üstleri yeşil yapraklı ağaç dallarıyla kaplı, dört direkli çardaklara; hurma korularına, bağlara, saçak altlarına sığınmışlardı. Gölgelikte toplanan erkekler kumar oynayarak, içki içerek, ticaret kervanlarından bahsederek vakit geçiriyorlardı. Hamasi, geçmiş kahramanlık destanlarını öven ünlü şairlerin ünlü şiirlerini dinleyerek eğlenenler de yok değildi.Aslında edebiyat ve şiir her şehirli Arap’ın meclisini neşelendiren vazgeçilmez unsurlardandı Mekke’nin soylu, zengin eşrafı şaire ve şiire önem vermekle övünürdü.
Abdulmuttalib’in meclisi böyle bir meclisti. Şiire, şaire, düşünceye, insani erdem ve faziletlere önem veren bir meclis.
Abdulmuttalib’in meclisi Kâbe’nin geniş gölgesinde kurulurdu. Kâbe’nin siyah perdeli, yüksek duvarlarından birinin altında çok güzel, süslü bir gölgelik kurulmuşu. Gölgeliğin altında, yere şilteler, yumuşak kilimler serilirdi. En göze batan, özel yerine nakışlı, kalın bir döşek indirilirdi. İçi yün dolu, etrafı yumuşak yastıklarla kaplı, güzel basma kumaştan olan bu döşek sadece Abdulmuttalib’e aitti. Ondan başka kimse oturamazdı bu döşeğin üstüne.
Her gün öğleden sonraları gelip döşeğine kurulurdu.Oğulları, Beni Haşim kabilesinin ileri gelen mensupları ve kureyş aristokratları onun etrafında, kilimlerin üstünde otururlardı. Şehrin sorunları istişare edilir, kültürel sohbetler yapılırdı.
Mekke’nin reisi ve en çok saygı duyulan kişisiydi Abdulmuttalib.Onun meclisinde asla çirkin şeyler olmazdı. Kumar ve içkinin, kötü, nahoş konuşmanın yeri yoktu bu mecliste.
Abdulmuttalib de diğer insanlar gibi o sıcak günde Kabe’nin dibindeki gölgeliğine sığınmış, oğullarıyla sohbet ediyordu.Üzerinde ince, beyaz bir entari vardı. Harmanisini ve yeşil sarığını çıkarmıştı.Döşeğinin üzerinde yarım uzanmış, dirseğini yastıklara dayamıştı.dalgın bir tavırla omuzlarına dökülmüş beyaz, uzun saçlarıyla oynuyordu. Sıkıntılıydı. Gözlerini şehrin Yesrip dikmiş dikkatle bakıyordu. Bu onun son günlerde yaptığı bir şeydi. Gelini ve torunu gecikmişti.Merak ve endişeyle bekliyordu onları. Onları yalnız gönderdiği için kendine kızıyor, vicdan azabı çekiyordu.
Ebu Talip o yumuşak diliyle babasını teskin ediyor, Yesrip dönüşünde Nabiga’nın onları mutlaka tanıdık bir kervanla göndereceğinden emin olduğunu söylüyordu.
Abdulmuttalib meclisindeki konuşmaları dalgın bir tavırla dinlerken birden irkildi. Yesrib tarafından giderek yaklaşan küçük bir toz bulutu dikkatini çekmişti. Onlar olabilirmiydi acaba? Dayanamayıp kalktı. Döşeğin bir kenarında katlı duran harmanisine sarındı, sarığını taktı. Tahtadan, üst tarafı tabakalanmış deriden sandaletlerini giydi. Ebu Talib’e dönerek :
- Şu toz bulutunu görüyor musun? Dedi. Yesrib’ten gelenler var herhalde.
Ebu Talib gülümsedi.
- Torun ve gelin özlemine dayanamıyorsun artık. Halbuki bir ay bile olmadı.
Abdulmuttalib derin bir iç çekti.
- Kırk günden fazla oldu. Onların varlığı teselli veriyor. Yoksa Abdullah’ımın acısına dayanamazdım! Muhammed’i görünce Abdullah’ı görmüş gibi oluyorum. Amine’nin kokusu bana Abdullah’ın kokusunu hatırlatıyor.
Ebu Talib, ince ruhlu bu şerefli insan, yaşlı babasının ağıt gibi sözlerini kırık bir kalple dinledi. En az babası gibi Abdullah’ı, Abdullah’ın küçük yetimini ve Amine’yi seviyordu. Abdullah’ı hatırladığı zaman hayata ve insanlara karşı derin bir kırgınlık duyuyor, sanki Abdullah’ın gurbet diyarındaki acıklı ölümünden o sorumluymuş gibi acı duyuyordu.
Abdulmuttalib :
- İnşallah gelenler onlardır, diye umutla mırıldandı. Haydi karşılamaya gidelim.
Gerçekten gelenler Ümmü Eymen’le Muhammed’ten başkası değildi. Abdulmuttalib uzaktan develeri tanıdı. Dikkatlice bakınca hevdücün içindeki yolcuları da gördü. Koşar adımlarla onlara yaklaştı.
Ümmü Eymen yavaşça develeri durdurdu. Hevdücün içinden çıktı. Deveyi çökerterek indirdi. Sonra küçük Muhammed’i indirdi. Meşakkatli ve üzüntülü yolculuğun belirtileri ikisinin de yüzlerinden okunuyordu. Belliki ikisi de yol boyunca, yani günlerce ağlayıp matem tutmuşlardı. Yorgundular. Dudakları çatlamış, yüzleri sararmıştı. Elbiselerinde, eşyalarında bir yıpranmışlık göze çarpıyordu. Kirli ter damlacıkları develerin bacaklarından aşağıya akıyordu. Zavallı hayvanların vücut kılları terden cıvık cıvık olmuştu.
Küçük Muhammed dedesini görünce ağlayarak onun kollarına atıldı. Abdulmuttalib neye uğradığını şaşırmıştı. Korkulu gözlerle bir Muhammed’e, bir Ümmü Eymen’e, bir Ebu Talib’e bakıyordu. Ümmü Eymen önüne bakıp susuyordu. Gözlerinin önü ağlamaktan çukurlaşmış, yanakları çürümüştü. On yıl birden yaşlanmıştı sanki Ebu Talib, dedesinin kucağında hıçkırıklara boğulan küçük yetimin saçlarını titrek parmaklarıyla okşuyordu. Hiç kimse konuşmuyordu. Abdulmuttalib acı gerçekleri anlamış ama bunu Ümmü Eymen’e onaylatmaktan korkuyordu. Acısı o kadar büyüktü ki … Yaşlı adam ayakta zor duruyordu.
Küçük Muhammed başını dedesinin göğsüne gömerek :
- Dedeciğim! Diye hıçkırdı. Annem öldü! Annem yok artık!
Kureyş’in büyük reisi bir çocuk gibi ağlıyordu. Ebu Talib de ağlıyordu. O sakin, sabırlı, acılar karşısında dayanıklı adam da hüngür hüngür ağlıyordu.
Çok geçmeden haber her yerde duyuldu. Amine’nin yakınları ağıtlar yakarak geldiler. Beni Haşim’in kadınlarının feryatları ise göğe yükseliyordu. Haşimioğulları kahredici günlerden birini daha yaşıyorlardı. Muhammed’in büyük amcası Haris toprağın üstüne çömelmiş, yüzünü avuçlarıyla kapatmış sarsıla sarsıla ağlıyordu. Muhammed’in diğer bir amcası olan ve katı kalpliliğiyle, hırslı, paracı tavırlarıyla ünlü Ebu Leheb bile gözyaşlarına hakim olamıyordu.
Abdulmuttalib’in kırk yaşlarındaki Hale başına toprak saçarak ağıt yakıyor, Küçük Muhammed’in garipliğine, mazlumluğuna, kimsesizliğine ait mersiyeler söylüyordu. Abdulmuttalib’i seven herkes, bütün Mekke ahalisi orada toplanmıştı. Saygı değer reislerinin acısına tüm içtenlikleriyle katılıyorlardı.
Abdulmuttalib, zavalı Ümmü Eymen’in omuzlarından tutup onu sarsarak :
- Kızıma ne yaptın? Diyordu. Onu nerede bıraktın? Benim Amine’mi, gül kokulu yavrumu, sevgili gelinimi nereye gömdün? Konuş, nerde O! Nerde? Nerde?
Abdulmuttalib biraz sakinleşince Muhammed’e döndü. Onun dizlerine oturttu. Şefkat çağlayanı bir sesle :
Sevgili oğlum! diye konuştu. Bundan sonra ben senin baban, Hale de, senin annen olacak! Benim yanımda, benim evimde kalacaksın. Üzülme sen kimsesiz değilsin. Bu yaşlı bedenim toprağa girinceye kadarda kimsesiz olmayacaksın! Bak Ümmü Eymen de var. O da sana annelik yapacak
O günden sonra Küçük Muhammet Abdulmuttalib’in evine yerleşti. Muhammet, dedesinin evinde büyük bir ilgi ve alaka gördü. Kendisiyle yaşıt olan amcaları hazma ve Abbas’la çok güzel günler geçirdi. Halaları, amcaları ve onların çocukları küçük yetimi el üstünde tuttular. Dedesinin genç ve iyi kalpli hanımı Hale onu bütün çocuklarından üstün tutuyor, bir dediğini iki etmiyordu. Dedesi ona tutkuyla bağlanmıştı zaten.
Muhammed’in sevgisi Abdulmuttalib’in gönlünde taht kurmuştu. Kendini yalnız hissetmesin diye ona oğlum derdi. Onsuz yemek yemezdi. Sefere çıktığı zaman dede ile torun ağlayarak birbirinden ayrılırlardı. Abdulmuttalib hazır olmadığı zamanlar onu Ümmü Eymen’e emanet ederdi. Ümmü Eymen’e güveni sonsuzdu. Ümmü Eymen’in Muhammed’e olan düşkünlüğünün farkındaydı.
Abdulmuttalib’in Kabe’nin gölgesindeki meclisinde yaşanan bir olay onun Muhammed’e ne kadar bağlı olduğu konusunda herkesi hayrete bıraktı. O olaydan sonra Muhammet’in amcaları, halaları ve diğer Kureyşliler Muhammed’e daha çok saygı gösterir oldular. Olay şöyle oldu:
Küçük Muhammet bir gün Kabe’nin gölgesindeki meclise dedesini görmeye gitmişti. Ama dedesi Abdulmuttalib orda değildi. Muhammet doğruca dedesinin döşeğine gidip oturmuştu. Gölgelikte oturan amcaları korku ve endişe içinde onu döşekten kaldırmaya çalışmışlardı. Amcalardan biri heyecan içinde onu kolundan tutup kendine doğru çekmiş, yuvarlayarak:
- Ne yapıyorsun yavrum? demişti. Bu döşek babamız Abdulmuttalib’e ait. O Kureyş’in reisi ve seyididir. Kureyş’in en büyük aşiret reisleri bile onun yerine oturmaktan çekinir, bunu büyük bir saygısızlık sayarlar. Haydi, kalk ordan!
Amcası Muhammed’i döşekten uzaklaştırmaya çalışırken tok bir sesle yerinde çakılmıştı.
- Oğlumu rahat bırak !
Bu Abdulmuttalib’in sesiydi. Gölgeliğin direklerinden birine sırtını dayayıp Muhammed’i çekiştiren oğullarına ters ters bakmıştı. Orada hazır bulunan herkes saygıyla ayağa fırlamış, Abdulmuttalib’e yol açmıştı. Abdulmuttalib sevgili torununun elinden tutup yanına döşeğin üstüne oturmuştu. Gözlerini kalabalığın üstünde gezdirerek
- Oğluma dokunmayın! diye tekrarlamıştı. O büyüyünce şanı yüce bir insan olacak. İnsanlığın kurtuluşu için çalışacak. Bana gösterdiğiniz saygıyı ona da gösterin!
Sonra gülümseyerek Muhammed’i kucağına almış, onu öpüp okşamış, küçük çocuk ordan ayrılıncaya kadar onu dizlerinin dibinden ayırmamış.
O olaydan sonra küçük Muhammed istediği zaman,dedesi olsun veya olmasın gidip döşeğin üstünde oturuyordu.Kureyş eşrafının bile oturamadığı döşeğe rahatça kuruluyordu.
Ne yazık ki Muhammed’in dedesinin yanındaki günleri de kısa sürdü.Küçük Muhammed sekiz yaşındayken,annesinin vefatından iki yıl sonra dedesi yataklara düştü.Seksen yaşındaki Abdulmuttalib bu seferki hastalığının ağır olduğunu,ölüm anının gelip çattığını anlayınca ilk önce Muhammed’i düşündü.Küçük yetimi emin ellere teslim etmeden rahatça ölemezdi.Abdullah’la aynı anadan olan,onun öz kardeşi Ebu Talib’i yanına çağırdı.Ebu Talip babasının hasta yatağının önünde diz çökerek saygıyla başını öne eğdi.Yavaşça:
- Beni istemişsin babacığım!dedi.
Abdulmuttalib üzerinde uzatıldığı divandan doğruldu.Bir el işaretiyle odadakileri dışarı çıkardı.Ebu Talib’in omzunu tutarak:
- Bana yardım et oğlum,rahat oturayım,dedi.Önemli bir meseleyi seninle konuşmak istiyorum.Ama önce biraz su ver.Sonra karşıma divanın üstüne otur.
Ebu Talib,babasının rahat oturmasına yardım ettikten sonra gümüş suyuna batırılmış bakır bir tasla ona su verdi.Abdulmuttalib çok az su içebildi.Kırmızı,dizlerine kadar uzanan gömleğinin yeniyle ağzını sildi.
- Suyun tadı bile acı geliyor bana! Diye üzüntüyle mırıldandı.
Ebu Talib:
- Güçlü bir bünyen var babacığım, diye onu teselli etti. Bu hastalığında üstesinden geleceksin.
Kafesli, dört köşe pencerenin delikleri arasından gecenin hışırtılı sesine kulak kabartıp çölün derinden derine homurtusunu hisseden Abdulmuttalib, karanlığın içinde silikleşen Mekke evlerine gözlerini dikti. Sonra duvardaki bir çıkıntının üstünde duran yağ kandilinin loş ışığında üzüntülü ve perişan çehresi daha da soluk olan Ebu Talib’e döndü.
- Bu sefer gidiciyim oğlum,dedi sakin bir sesle. Kaç gece daha geçireceğimi bilemiyorum doğrusu.
Ebu Talib üzüntü içinde yutkunup inledi.
- Böyle deme babacığım! Sen…
- Hayır hayır oğlum! Beni teselli etme. Teselliye de ihtiyacım yok zaten. Ölümden korkmuyorum! Allah’ın huzuruna varacağım için mutluyum. Öleceğim için hiç endişeli değilim. Benim endişem torunum Muhammed…
- Evet babacığım!
- Seni bu yüzden çağırdım. Sevgili torunumu, Abdullah’ımın biricik emanetini emin ellere teslim etmeden ölürsem gözlerim açık gider.
Abdulmuttalib derin bir nefes aldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
Admin
Admin
Admin
Admin


Mesaj Sayısı : 291
Kayıt tarihi : 24/06/09
Yaş : 43
Nerden : ankara

Dede Ölüm Döşeğinde Empty
MesajKonu: Geri: Dede Ölüm Döşeğinde   Dede Ölüm Döşeğinde Icon_minitimePtsi Haz. 29, 2009 2:45 am

Ey Ebu Talib! Senin durumunu biliyorum. Oğullarının içinde en yoksul olanı sensin. Ailen kalabalık, çocukların çok. Onları zorla geçindiriyorsun. Yaşın kırkı geçti. Saçın, sakalın ağarmaya başladı. Ama bir türlü sıkıntılardan kurtulamadın. Üzülme oğlum. Rızık Allah’ın elindedir. Bazılarını varlılıkla, bazılarını da yoksullukla imtihan eder. Oğlum! Muhammed’i diğer amcalarına, mesela Ebu Leheb’e veya Haris’e ya da diğerlerine emanet edebilirim. Ancak hiçbiri senin kadar anlayışlı, hoşgörüllü ve merhametli değil. Her zaman senin yüce ruhluluğunla övünmüşümdür. Sevgili torunuma babalık yapacak, onu incitmeyecek, ona yanlılığını hissettirmeyecek biri lazım bana. Bütün bu özellikler sende var. Ayrıca Muhammed’in öz amcasısın sen. Ve onu ne kadar çok sevdiğini de görüyorum.
Ebu Talip hoşnutlukla gülümsedi.
- Muhammed’in bakımını üstlenmek benim için şereftir babacığım! Sevimli yavrucağım bana yük olacağını hiç sanmıyorum. O, gittiği her yere bolluk ve bereket götürür. Beni bu işe layık gördüğünüz için size mütteşekirim babacığım!
Abdulmuttalib her tarafında derin bir rahatlık hissetti. Göğsü mutlulukla doldu. Ebu Talib’in yüce ruhluluğu, fedakârlığı karşısında gözleri doldu.
- Sen benim övünç kaynağımsın sevgili yavrum! diye mırıldandı. Benim yerim boş kalmayacak. Beni Haşim bu zavallı ihtiyarı aramayacak. Çünkü Ebu Talib gibi bir reisleri olacak!
Abdulmuttalib’in hastalığı gün geçtikçe ağırlaştı, yatağında doğrulamaz hale geldi. Katı yemekleri yiyemiyordu artık. Kızları tahta kaşıklarla ağzına sıvı şeylerle boşaltıyorlardı. Birkaç gün bu şekilde besin ihtiyacını karşıladı.
Her geçen gün ölüme daha çok yaklaşıyordu. Ölümün soğukluğu düz yanaklı, ince çekme burunlu, yumuşak tenli o güzelim yüzüne sinmiş, uzun kirpiklerin altında dünyaya anlamlı bakışlar fırlatan gözleri canlılığını kaybetmişti. Her zaman sarığının altından omuzlarına dökülen örgülü ve bakımlı saçları bile parlaklığını yitirmişti sanki.
Abdulmuttalib’in hastalığıyla beraber Mekke şehrinin üzerine hüzün bulutları çökmüştü. Mekkeliler şimdiden seyyidlerinin yokluğuna ağlıyorlardı. Mekke’de hayat durmuştu. Mekke çarşısı kapalı dükkan ve tezgahlarla doluydu. Herkeste tedirgin bir bekleyiş vardı. O vakte kadar Kureyş Kabilesi içinden Mekke topraklarından Abdulmuttalib kadar sevilen birsi daha çıkmamıştı. Abdulmuttalib’e ikinci İbrahim diyorlardı. Tevhid ve Hanif dininin Mekke’deki gülüydü O. Onun olduğu yerde güven, barış ve kardeşlik vardı. Kötülüklerin, içki ve kumarın düşmanıydı. Kız çocukların diri diri toprağa gömülmesine, zina ahlaksızlığına şiddetle karşıydı. Yoksulların, düşkünlerin, zulme uğrayan zayıfların, insan yerine konulmayan kadınların, köle ve cariyelerin şefkatli babasıydı. Mekke halkı ağlamayacaktı da kim ağlayacaktı. Mekke mateminde haklıydı. Mekke Abdulmuttalib’i kaybetmenin eşiğindeydi.
Abdulmuttalib zemzemin sahibi… Kayıp zemzemin suyunu Allah’ın lutfuyla bulup insanlara hediye eden adam! Beytullah hacılarını velinimeti… Develerin sütünü balla karıştırıp küpler halinde hacılara ikram eden cömertlik incisi…
Kureyş’in seçkin şairi Huzeyfe bin Ganim Mekke pazarlarına, sokaklarda, soylu meclisinde karşılaştığı her insan gurubuna gözyaşları için bu mersiyeleri söylüyordu. Abdulmuttalib’in erdemlerini sıralayan mısralar dökülüyordu dudaklarından.
Abdulmuttalib son saatlerini Kâbe’nin gölgesinde geçirmek istedi. Onu Kâbe gölgesindeki döşeğine uzattılar. Abdulmuttalib kıpır kıpır dudaklarıyla Kâbe’nin Rabbine dua etti. Kâbe’nin yanı başında uzanıyor olmak, Kendini Kâbe’nin Rabbine, Allah’a yakın hissetmek onu mutlu ediyordu.
Abdulmuttalib’in döşeğinin etrafında çömelen kederli topluluk derin bir sessizliğe gömülmüştü. Onun hemen başucunda ve ayaklarının dibinde kızları sıralanmıştı. Acılı iniltiler çıkararak ağlıyorlardı. Biraz ötede oğulları küçük bir öbek oluşturmuş teessürle yere, önlerine bakıyorlardı. İçlerinden bazılarının gözleri ıslaktı. Ebu Talib’in uykusuzluktan gözlerinin önü balon gibi şişmişti. Bu fedakâr evlat bacılarıyla beraber günlerdir babansın yanı başından ayrılmıyordu. Gölgeliğin çeşitli yerlerinde gruplar oluşturmuş Beni Haşim ve Kureyş uluları üzüntülü bakışlarıyla Abdulmuttalib’in davranışlarını izliyorlardı.
Bir ara Abdulmuttalib hafifçe kıpırdandı. İşaret parmağını oynattı. Kızlarından Safiye babasının üzerine eğildi. Şefkatle babasının beyaz perçemlerini okşayarak :
- Söyle babacığım! Dedi. Bir arzun var mı?
Abdulmuttalib uzandığı yerden başını çevirdi. Gözleriyle gölgeliğin içini taradı. Bakışları bir yere takılı kaldı. Solgun yüzü birden aydınlandı.
Siyah matem elbiselerine bürünmüş, başını siyah abayla örtmüş, vakur tavırlı, uzun boylu, genç yüzünde soylu bir güzellik olan Safiyye babasının baktığı noktaya dönünce Muhammed’le karşılaştı. Muhammed narin, küçük, sevimli ellerini yüzüne kapamış, çömeldiği köşede sessizce ağlıyordu. Safiyye gayri ihtiyari inledi. Yüzü acıyla çarpıldı.
Abdulmuttalib :
- Safiyye, oğlumu bana getir! Dedi.
Safiyye sarsak adımlarla küçük yavrunun çömeldiği yere yöneldi.
- Halan sana kurban olsun! Diye konuştu. Haydi gözlerini sil! Deden seni istiyor!
Abdulmuttalib, Muhammed’in başını iki elleri arasına alıp kendine çekti. Parlak bakışlarla çocuğun yüzüne uzun uzun seyretti. Sonra onu öptü. Saçlarını okşadı. Kokladı. Derin bir inanmışlıkla :
- Bu dünyada Muhammed’imin yüzünden daha güzel bir yüz, onun kokusundan daha hoş bir koku bilmiyorum! Dedi.
İki yıl önce annesini kaybeden, kalbi daha annesinin ayrılık acısıyla dopdolu olan Muhammed, şimdi de en büyük koruyucusunu, dünyadaki en büyük destekçisini, sevgili dedesini kaybediyordu. Acısı, üzüntüsü gerçekten büyüktü. Sevdiklerini bir bir kaybediyordu. Daha doğmadan babası ölmüştü. Anne sevgisini daha yeni tatmaya başlamıştı ki, Amine hayata veda etmişti. Tüm sevgisini ve ilgisini dedesine yöneltmişti. Ama dede de onu bırakıp gidiyordu işte. Yalnızdı. Hep yalnızdı. Tam yalnızlıktan kurtulacağını uyarken yine yalnız kalıyordu. Yaşı daha sekizdi.Ama dünyanın acısı, çilesi binmişti sırtına. Yetim, öksüz, kimsesiz, yoksul, mahzun, garip bir çocuk.Muhammed! daha sekiz yaşında… Gözyaşları yağmur gibi dökülüyor yanaklarından çölün yumuşak kumlarına…
Abdulmuttalib son anlarını yaşıyordu. Bazen dalıyor, uzunca gözlerini açamıyordu. Bazen de bulanık bakışlarını tam karşısında yükselen siyah perdeli Kâbe duvarına dikiyor, gülümseyen dudaklarıyla dua mırıldanıyordu.
Ölmeden kısa bir süre önce yüzüne canlılık geldi. Bilinci dirildi. Bakışları berraklaştı. Gölgelikte bulunanlar, Abdulmuttalib şimdi kalkacak, eski günlerdeki gibi oturup onlarla sohbet edecek hissiyle ürperdiler.
Abdulmuttalib, başucunda ağlayan kızlarına ışıltılı gözlerle baktı. Onlara tek tek adlarıyla seslendi:
- Ümeyme! Safiyye! Bere! Âtike! Ümmü Hâkim! Erva! .. Yavrularım, kızlarım! Ben öldükten sonra hakkımda söyleyeceğiniz mersiyeleri, yakacağınız ağıtları şimdi dinlemek istiyorum. Bir işiteyim bakalım kızlarım benim hakkımda neler söylüyorlar?
Abdulmuttalib’in kızları feryat figanlarını yükseltiler. Mersiye ve ağıtları kalpleri dağladı. Yanık sesleriyle söyledikleri mersiyeler arşa yükselirken, Mekke ahalisi mateme büründü.
Ümeyme mersiyesini söylerken Abdulmuttalib’in dili tutuldu. Ellerini dizlerine vurup ağlayarak babasını şöyle övüyordu Ümeyme:
- Ey üstün soylu, güçlü, boylu poslu, güzel yüzlü baba!
Dünya senin gibi iyi huylu, doğru sözlü birini daha görmedi!
Cesaret, adalet ve cömertlik senin dostlarındı!
Hangi Kureyşli senin yerini doldurabilirki?
Senin yokluğun hep belli olacak baba!
Ey ikinci İbrahim!
Ebabil kuşlarının imdadına yetiştiği kimse…
Ebrehe bir daha gelirse,
Kim imdat isteyecek Allah’tan bizim için?
Kâbe sensiz öksüz kalacak!
Mekke sensiz yetim…
Eğer dünyada kalmak şan ve şerefle olsaydı,
Sen temelli kalırdın bu fani dünyada!
Fazilet ve erdemin pınarı baba!
Dağlardaki aç hayvanlara, yırtıcı aslanlara bile yardım elini uzatan baba!
Kanlı göz yaşlarımı içime akıtarak elveda diyorum sana!
Elveda ! …
Ümeyme’nin mersiyesi Abdulmuttalib’i duygulandırdı. Göz pınarlarında iki damla yaş göründü. Ümeyme’nin mersiyesini doğrulamak amacıyla başını sağa sola kıpırdattı. “Bana böyle ağlayınız, ben böyle idim, doğru söylüyorsun!” demek istiyordu.
Abdulmuttalib, kızların mersiyeleri ve ağıtları arasında gözlerini dünyaya yumdu.
Sevgili okuyucu, tarih, Abdulmuttab’in ölüm gününü Kureyş’in en acılı günü olarak ilan eder. Abdulmuttalib’in cesedinin günlerce el üstünde taşındığını, bin miskal altın kıymetindeki yemen hüllesinin kendisine kefen yapıldığını, vücudunun sidr ağacının yaprağıyla yıkandığını Mekke çarşısının günlerce kapandığını, çoluk çocuk Kureyş ahilesinin günlerce ağlayıp matem tuttuğunu, Abdulmuttalib’in ölüm gününün tarihin başlangıcı yapıldığını söyler… Tarih kitapları Abdulmuttalib’in övgüsüyle doludur. Ama biz bütün bunları bırakıp Muhammed’in yanına dönelim. Dedesini Hacun Kabristanına uğurlayan kafilenin içinde onu bulalım. Onun küçük yüreğinin derin hüznüne bizde ortak olalım. Onunla beraber ağlayıp ağıtlar yakarak mezarlığa yönelelim.
Mekke’nin dışındaki bir tepenin yamacında kurulu Hacun Kabristanına kadar, dedesinin tabutunun arkasından ayrılmayan Muhammed, herkes gidip mezarlık sessizliğe gömüldüğünde hâlâ dedesinin kabri başında çömelmiş ağlıyordu. Sadece Ebu Talib kalmıştı onun yanında. Ebu Talib ayaktaydı. Islak gözlerle giderek alacakaranlığa bürünen ufka bakıyordu. Yüzü soluktu. Babasını düşünüyordu. Soğuk toprağın altında upuzun yatan babasını…
Hava iyice kararınca Ebu Talib Muhammed’in yanına diz çöktü. Onu kucakladı. Sevgi ve anlayış dolu sesi küçük Muhammed’in kulaklarını bir ninni gibi okşadı.
- Sevgili yavrum! Kalk, yuvamıza gidelim.
Muhammed yavaşça kalktı. Amcasının elini tuttu. Amca yeğen sessizce Beni Haşim mahallesine yöneldiler. Ebu Talib’in fakirhanesi bundan böyle küçük Muhammed’in de yuvası olacaktı. Evin hanımı Fâtıma bint-i Esed kapının eşiğinde durmuş küçük konuğun geleceği anı sabırsızlıkla bekliyordu. Ona annelik yapacağından ötürü göğsü iftiharla kabarıyordu. Muhammed onlar için bir şeref konuğuydu.
Evet. Küçük Muhammed bundan böyle amcasının yanında yaşayacaktı. Amcalı günler başlıyordu artık onun için…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://demirok.yetkinforum.com
 
Dede Ölüm Döşeğinde
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Ölüm Kıyamet Cehennem
» Bedenin Ölümü (Dışarıdan Görünen Ölüm)

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Gözler yaşarmadıkca gökkusagı oluşmaz  :: Genel Kültür :: Dinler ve İnançlar-
Buraya geçin: